Bu hafta Geronimo Yalnızkartal'ın yazısından sonra ben de bir kitapla katkıda bulunuyorum.
Bu haftaki benim kitap katkım ise Jack London'ın hikayelerinden oluşan bir eser.
İyi haftasonları.
. Aptulika.
Ortaokulda 12 yaşlarımda sol
görüşlere yakınlık duymaya başlarken, çivit mavisi gömleği ile “Karaoğlan”
fırtınası esiyordu. Bir çizgi roman karakteri o günün Ecevit’ine halkın verdiği
isim oluvermişti bir anda. İnönü bir “Ortanın Solu” çıkarmıştı, o da bunu “Bu Düzen
Değişmeli” sloganıyla ileriye taşımıştı. O gün daha “Sosyal Demokrasi” gibi bir
kavramdan bahsedilmezdi ya da onu daha çok Almanların başbakanından bilirdik. Sonra
yaşımız biraz daha büyüdü ve lise yılları başladı. O sıralarda da solun “Orta”
değerlerden daha üste çıkanlarıyla tanışacaktık. Bunun adı “Sosyalizm”di ve
yepyeni bir dünya vaad ediyordu. Ezen ve ezilen ayrımının olmadığı sömürüz bir
dünya değiştirilerek mümkündü, bunun ismi de sosyalizmdi. Yepyeni bir dünya:
“Savaşsız ve sömürüsüz !” Biraz acemi, biraz heyacanlı yani yeni yetme idik. Belki de “tıfıl” ile eşdeğer bir tanımlamaydı
yani “sempatizan”dık. Abilerimiz bizlere bu yeni yolda tavsiyelerde
bulunuyordu. İlkönce sırasıyla, “Felsefenin Temel İlkeleri, Diyalektik
Materyalizm” diye devam eden kitap isimleri verilirdi. İşte bunlardan biri de
Jack London’ın “Demir Ökçe” romanıydı.
Böyle tanışmıştım Jack
London’la ama sadece tanışmıştım. Önerilen diğer kitaplar teorik, felsefi
eserlerdi. Anlamakta zorlansam da onları okumaya çalışmıştım ama Jack London’ın
“Demir Ökçe”sini okumayı bir türlü başaramamıştım.
Bu dönemin üzerinden yıllar
geçmiş ve ben bir hayli büyümüştüm. Bir kuşak değil, iki kuşak geçmişti. 12
Eylül buldozeri her şeyi yıkıp, devirmişti. Aradan geçen zaman içinde Jack
London’ın hiç bir kitabını okumadım diyebilirim. Buna “Demir Ökçe” de dahildi
gene. Bu ilgisizlikte o ilk gençlik yıllarımızda bu kitabı öneren abilerimizin
“Bu kitap sınıfsal çelişkileri çok iyi anlatır ama…” diye devam eden sözlerinin
de payı olabilirdi. O “ama” ile devam eden şeyi çok sonra öğrenecektim. Jack
London, sosyalist bir yazardı ama sonraları yazdığı bir yazıda ırkçı, faşist
bir söylemi olduğunu duyacaktım. Yazara bu yüzden Amerikalı sosyalistler de
cephe almışlardı. Herşeye rağmen herkesin katıldığı görüş London’ın yazdığı
“Demir Ökçe” romanın sınıfsal bakışı ve sosyalist görüşleri çok iyi yansıttığı
üzerine olacaktı. Yazımın yukardaki satırlarına Jack London’ın hiç bir kitabını
okumadığımı söylesem de “Vahşetin Çağrısı” kitabını bir aralar okuduğumu şimdi
hatırladım. O kitaptan aklımda kalan ise maceracı bir yazar olduğuydu.
Lafı niye bu kadar uzatıyorum
ki, bende anlamıyorum. Geçen ay bir sahaf gezisinde 70’lerden kalma “Açlar
Ordusu” kitabını buldum ama gene okumadım. Kafamı dağıtacak bir mizah kitabını
okumak daha işime gelmişti. Böylece bir kez daha Jack London okumayı erteledim.
Hala masamın üzerinde dururken, üç hafta önceki sahaf gezintimde 1969 basımı
Varlık yayınlarından çıkan “Dönek” isimli hikayelerinden oluşan kitabını
buldum. Birinci hikayeyi oku, nasıl olsa 20 sayfa. Baktın bir kapı açılmıyor,
Jack London ile işin biter dedim. İlk hikaye kitaba ismini veren “Dönek” idi.
Siyasi literatürümüze son 30 yıldır yerleşen ve günden güne renkten renge girerek bollaşan
döneklik kavramıyla bir ilgisi olabilir mi diye baktığım öykü, yedi yaşından
beri en ağır koşullarda çalışan bir işçiyi anlatıyordu. Bu işçi çocuk değildi
ama genç de denilemezdi. 15 ile 16 yaşları arasında biriydi hikayenin kahramanı
Johnny’di ve annesiyle birlikte
aileninin bütün yükünü taşıyordu. Gelecek için hayalleri falan yoktu. Sevdiği
yemek bile yoktu, içtiği kahve öylesine kötüydü ki kahvenin tadını bile
bilmezdi. Garip isimli bir tatlıyı severdi. Bir gün yemek yerken annesine “Bu
ne yemeği” diye sorduğunda aldığı cevaptan en sevdiği o garip isimli tatlı
olduğunu anlayacaktı.
Öyküyü burada anlatmaya gerek
yok, çünkü okumanız daha keyifli.
Jack London’ın “Dönek” kitabında altı öykü daha var. Bu öyküler
genellikle Havai bölgesindeki insanların yaşamları üzerine kurulu. Hani o güzel
yerli kızların boynunuza çiçeklerden oluşan bir çemberi asıp, size ateşli bir
buse sunduğu diyar. İşte o diyarların bilmediğimiz çok hakiki görüntüleri bu
kitapta dile gelecekti.
Bu kitapta yerli halk ile egemen sınıfların arasındaki
çelişkiler çok iyi veriliyor. Bu çelişkiler verilirken cüzzam hastalığı ve
insanların bir adada tecrit edilmesi anlatımı ilgi çekici bir halde
kuvvetlendirmiş.
Daha sonraki tarihlerde Jack
London’ın ırkçı bir yazı yazdığı bilinse de bu kitaptaki öykülerinde tam
tersine köleciliğe ve ırk ayrımına karşı çıkan tavır var. Hatta “Cüzzamlı
Koolau” isimli öyküde yerli halkın sömürgecilere karşı direnişini veriyor.
Sömürgecilerin yerli halkı cüzzamlı diye tecrit ederek bir adaya hapsetmesi ve
onların direnişi çok güzel bir şekilde veriliyor.
APTULİKA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder