5 Haziran 2015 Cuma

Blues Perişan Kütüphanesine Katkı – 20


Bu hafta Geronimo Yalnızkartal'ın yazısından sonra ben de bir kitapla katkıda bulunuyorum. 
Bu haftaki benim kitap katkım ise Jack London'ın hikayelerinden oluşan bir eser. 
İyi haftasonları.  
. Aptulika.


Ortaokulda 12 yaşlarımda sol görüşlere yakınlık duymaya başlarken, çivit mavisi gömleği ile “Karaoğlan” fırtınası esiyordu. Bir çizgi roman karakteri o günün Ecevit’ine halkın verdiği isim oluvermişti bir anda. İnönü bir “Ortanın Solu” çıkarmıştı, o da bunu “Bu Düzen Değişmeli” sloganıyla ileriye taşımıştı. O gün daha “Sosyal Demokrasi” gibi bir kavramdan bahsedilmezdi  ya da onu daha çok Almanların başbakanından bilirdik. Sonra yaşımız biraz daha büyüdü ve lise yılları başladı. O sıralarda da solun “Orta” değerlerden daha üste çıkanlarıyla tanışacaktık. Bunun adı “Sosyalizm”di ve yepyeni bir dünya vaad ediyordu. Ezen ve ezilen ayrımının olmadığı sömürüz bir dünya değiştirilerek mümkündü, bunun ismi de sosyalizmdi. Yepyeni bir dünya: “Savaşsız ve sömürüsüz !” Biraz acemi, biraz heyacanlı yani yeni yetme idik.  Belki de “tıfıl” ile eşdeğer bir tanımlamaydı yani “sempatizan”dık. Abilerimiz bizlere bu yeni yolda tavsiyelerde bulunuyordu. İlkönce sırasıyla, “Felsefenin Temel İlkeleri, Diyalektik Materyalizm” diye devam eden kitap isimleri verilirdi. İşte bunlardan biri de Jack London’ın “Demir Ökçe” romanıydı.
Böyle tanışmıştım Jack London’la ama sadece tanışmıştım. Önerilen diğer kitaplar teorik, felsefi eserlerdi. Anlamakta zorlansam da onları okumaya çalışmıştım ama Jack London’ın “Demir Ökçe”sini okumayı bir türlü başaramamıştım.
Bu dönemin üzerinden yıllar geçmiş ve ben bir hayli büyümüştüm. Bir kuşak değil, iki kuşak geçmişti. 12 Eylül buldozeri her şeyi yıkıp, devirmişti. Aradan geçen zaman içinde Jack London’ın hiç bir kitabını okumadım diyebilirim. Buna “Demir Ökçe” de dahildi gene. Bu ilgisizlikte o ilk gençlik yıllarımızda bu kitabı öneren abilerimizin “Bu kitap sınıfsal çelişkileri çok iyi anlatır ama…” diye devam eden sözlerinin de payı olabilirdi. O “ama” ile devam eden şeyi çok sonra öğrenecektim. Jack London, sosyalist bir yazardı ama sonraları yazdığı bir yazıda ırkçı, faşist bir söylemi olduğunu duyacaktım. Yazara bu yüzden Amerikalı sosyalistler de cephe almışlardı. Herşeye rağmen herkesin katıldığı görüş London’ın yazdığı “Demir Ökçe” romanın sınıfsal bakışı ve sosyalist görüşleri çok iyi yansıttığı üzerine olacaktı. Yazımın yukardaki satırlarına Jack London’ın hiç bir kitabını okumadığımı söylesem de “Vahşetin Çağrısı” kitabını bir aralar okuduğumu şimdi hatırladım. O kitaptan aklımda kalan ise maceracı bir yazar olduğuydu.

Lafı niye bu kadar uzatıyorum ki, bende anlamıyorum. Geçen ay bir sahaf gezisinde 70’lerden kalma “Açlar Ordusu” kitabını buldum ama gene okumadım. Kafamı dağıtacak bir mizah kitabını okumak daha işime gelmişti. Böylece bir kez daha Jack London okumayı erteledim. Hala masamın üzerinde dururken, üç hafta önceki sahaf gezintimde 1969 basımı Varlık yayınlarından çıkan “Dönek” isimli hikayelerinden oluşan kitabını buldum. Birinci hikayeyi oku, nasıl olsa 20 sayfa. Baktın bir kapı açılmıyor, Jack London ile işin biter dedim. İlk hikaye kitaba ismini veren “Dönek” idi. Siyasi literatürümüze son 30 yıldır yerleşen ve günden güne renkten renge girerek bollaşan döneklik kavramıyla bir ilgisi olabilir mi diye baktığım öykü, yedi yaşından beri en ağır koşullarda çalışan bir işçiyi anlatıyordu. Bu işçi çocuk değildi ama genç de denilemezdi. 15 ile 16 yaşları arasında biriydi hikayenin kahramanı Johnny’di ve  annesiyle birlikte aileninin bütün yükünü taşıyordu. Gelecek için hayalleri falan yoktu. Sevdiği yemek bile yoktu, içtiği kahve öylesine kötüydü ki kahvenin tadını bile bilmezdi. Garip isimli bir tatlıyı severdi. Bir gün yemek yerken annesine “Bu ne yemeği” diye sorduğunda aldığı cevaptan en sevdiği o garip isimli tatlı olduğunu anlayacaktı.
Öyküyü burada anlatmaya gerek yok, çünkü okumanız daha keyifli.
Jack London’ın “Dönek”   kitabında altı öykü daha var. Bu öyküler genellikle Havai bölgesindeki insanların yaşamları üzerine kurulu. Hani o güzel yerli kızların boynunuza çiçeklerden oluşan bir çemberi asıp, size ateşli bir buse sunduğu diyar. İşte o diyarların bilmediğimiz çok hakiki görüntüleri bu kitapta dile gelecekti. 
Bu kitapta yerli halk ile egemen sınıfların arasındaki çelişkiler çok iyi veriliyor. Bu çelişkiler verilirken cüzzam hastalığı ve insanların bir adada tecrit edilmesi anlatımı ilgi çekici bir halde kuvvetlendirmiş.
Daha sonraki tarihlerde Jack London’ın ırkçı bir yazı yazdığı bilinse de bu kitaptaki öykülerinde tam tersine köleciliğe ve ırk ayrımına karşı çıkan tavır var. Hatta “Cüzzamlı Koolau” isimli öyküde yerli halkın sömürgecilere karşı direnişini veriyor. Sömürgecilerin yerli halkı cüzzamlı diye tecrit ederek bir adaya hapsetmesi ve onların direnişi çok güzel bir şekilde veriliyor.  

APTULİKA





Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...