25 Aralık 2017 Pazartesi
Şövalye Ringo
Beatles'ın davulcusu Ringo Starr'a , İngiliz Kraliçesi tarafından şövalyelik nişanı verildi.
Daha önceki yıllarda şövalyelik nişanı verilen rock müzisyenleri ise şöyle sıralanıyor...
Bob Geldof
Seksenli yıllarda yapılan Afrika'ya yardım konserleri nedeniyle 1986 yılında bu nişan verilmiş.
Sir Paul McCartney
Beatles'in basgitaristi ve vokalisti Paul McCartney 1997 yılında bu nişanı aldı. Bu arada anladığım kadarıyla 'Sir'lük ile Şövalyelik ayrı galiba... Zira Paul Aga önceden Sir olmuş.
Sir Elton John
Amaney gene bir Sir. Elton John da bu ödülü 1998 yılında almış.
Ravi Shankar
Hintli müzik dahisine de bu ödül 2001'de verilmiş.
Sir Mick Jagger
2003
Bono
U2
2007
Sir Van Morrison
2016
Sir Rod Stewart
2016
David Bowie
2003
22 Aralık 2017 Cuma
Uzaya çıkan ve inmeyen ilk rock grubu: HAWKWIND
Cep telefonunun olmadığı ama cep kanyağının soğuk havalarda bize eşlik ettiği yıllara döneceğiz şimdi.
Diz üstü bilgisayar ne gezer o vakitler, diz üstü mini etekler moda İstanbul sokaklarında. Boğaziçi'nde köprü değil, bolca balık var. Yani sizin anlayacağınız acayip yıllar.
Çok eski zamanlara Uzay Çağı'na döneceğiz bu yazıda. 1960 ve 70'li yıllar. Ben daha kısa pantolonlu ( dikkat isterim şort değil kısa pantolon), abilerde uzun favorili saçlar, ispanyol paça pantolon belde büyük tokalı kemer ve büyük yakalı rengarenk gömleklerle. Sosyal medya mı?
O de ne ki !
O zamanlarda herkes sosyal zaten.
Buyrun bakalım.
Soğuk Savaş denilen dönemde bir yarıştır sürüyor. Sonra uzaya ilk defa giden Sovyetler oluyor. Kozmonot Yuri Gagarin uzaya giden ilk insan oluyor ve ABD'ye nanik yapıyor. İşçi sınıfı 1- 0 galipken, 10 yıl sonra ABD astronotu Armstrong aya ilk ayak basan insan oluyor. Bu yarış böyle devam edecekti ta ki 1990'larda Gorbaçov gelene kadar.
Biri Kapitalist, diğeri Sosyalist iki süper güç uzay yarışında iken 1970'de bir rock grubu çoktan uzaya çıkmıştı ve hala da uzayda kalmaya inatla devam ediyor. Bu rock grubunun ismi HAWKWIND.
"Uzayda bir elektrik hasıl oldu"
Şimdi ne Hawkwind'i, o da ne diyenlere bir açıklama getirelim. 1969'da kurulan İngiliz Rock grubu.
Mötorhead'i bilirsiniz ve aklınız hemen grubun kurucusu ve basgitaristi Lemmy Kilmister gelir. İşte Lemmy'nin ilk grubu Hawkwind'di, "Motorhead" de bu grubun parçasıydı. Lemmy bu gruptan ayrılınca kuracağı grubun ismi olacaktı.
Şimdi gelelim Hawkwind ve uzay ile alakalarına.
1970'ler Erkin Koray'ın deyimiyle "Uzayda bir elektrik hasıl oldu"ğu yıllardı. Rock grupları saykodelik, progresif tarzlarla büyük bir aydınlanma içindeydi. Bunları arasından Hawkwind sıyrılacak ve "Space Rock" türünün tek örneği olarak bugüne dek hükmünü sürdürecekti.
Yukarda Hawkwind için Space Rock türünün tek örneği dedim diye birçok kişi bana kızabilir ve haklılardır da... çünkü bu tarzda müzik yapan başka gruplar da vardır ama bu tazla en özdeşleşmiş olan onlardır. Biraz Grateful Dead gibi nevi şahsına mahsus diyebiliriz onlar için.
![]() |
Nick Turner |
Uzayda yaşamak
Yeni çıkan albümlere bakarken bir anda Hawkwind ve grubun eski elemanı Nick Turner'la karşılaştım.
Nick Turner'ın solo albüm çıkalı üç ay olmuştu ama Hawkwind'inki yeniydi. Eski dostlarla karşılaşmak güzeldi, tam zamanıdır dedim ve yazmaya başladım. Çıkış sırasına göre ilk olarak Nick Turner'la başlayalım.
Nick Turner, 1969'da Hawkwind'in kuruluş yıllarından 1984'e kadar saksofon, flüt çalarak efsaneyi oluşturdu. Usta müzisyen 29 Eylül 2017 tarihinde solo albümü "Life In Space"i çıkardı. Albümde Hawkwind'den arkadaşı Paul Rudolph gitarıyla, Simon House da kemanıyla konuk olmuş. Turner'ın albümünde Hawkwind'in unutulmaz başyapıtı "Master of The Universe" da yorumlanmış.
40 Yıl sonra
Şimdi geldi sıra Hawkwind'in yeni çıkan albümü "At The Roundhouse"a. Eski grupların dönüş albümleri kimi zaman sıkıntılı olabilir ama bu albüm için bunu söylemem mümkün değil.
Bu yıl 26 Mayıs'ta Hawkwind, Londra'daki efsanevi Roundhouse'da verdiği bir konserle muhteşem bir dönüşe imza atmıştı. 40 yıl sonra ( Hawkwind 1977'de burada tarihsel öneme haiz br konser vermişti) burada verdikleri konserin kayıtları da "At The Roundhouse" adıyla 2 CD ve bir DVD'den oluşan kutu set halinde piyasaya çıkmış.
Hawkwind'in bu dönüş konserinde Motörhead'in gitaristi Phil Camphell de konuk olmuş.
Var ise aklı şuurunuz bu albümü dinlersiniz ne diyeyim. 70'li yılları biz çok sevmiştik. O Uzay Çağı'na selam olsun.
Bu arada o yıllardan bizden tavsiyelerim de olacak, yazın bir kenara...
Mustafa Özkent (Bugünlerde "Funk Anatolian" isimli plağı çıktı)
Tünay Akdeniz ( Big Rocker) ( plağı yeni raflarda)
Aptulika
21 Aralık 2017 Perşembe
Bia Marchese ile geçmişe seyahat
Kimi zaman yeni albümleri takip ederken bir yandan da dünya üzerinde harika bir seyahat yapıyoruz. İşte bunlardan birini de Brezilya'ya Bia Marchese'nin ilk albümü "Let Me In" ile yapıyoruz.
Bia Marchese' Sao Paulo'dan bir ses ama onun albümünde Brezilya'ya ait bir şey yok hatta bu zamana da. Albümü dinlemeye koyulduğunuzda sanki 60 yıl öncesinin kaydını dinliyormuşçasına bir kuşkuya düşüveriyorsunuz.
Güçlü vokaliyle Bia Marchese kimi zaman blues ile rhythm & blues arasında bir renk sunarken, kimi zaman da caz tavrında bir etkiye sahip. Bu özellikleri onun kişiliğinde efsanevi kadın caz şarkıcılarının toplanmasını sağlamış. Bia Marchese bunu sunarken üzerinde ağır bir elbise taşıyor gibi değil adeta bir tül hafifliğinde gibi rahatlıkta ve doğallıkta yapıyor.
"Let Me In" albümü nostaljik etkide, akılcı bir seçimle 'American songbook' repertuarında köklere inerek, bizlere müzikal bir gezinti fırsatı sunuyor.
Bia Marchese - Vokal
Rodrigo Mantovani - Bas
Luciano Leães - Keyboard
Leo Duarte - Gitar
Humberto Zigler - Davul
Sidmar Vieira - Trompet
Wee Willie Walker - Vokal (konuk)
Denilson Martins - Saksofon
Neredesin Be Birader !
Blues gitaristi
Chris Thomas King,
5 yıl aradan sonra
"Hotel Voodoo"
albümüyle
geri döndü.
Yetmişlerin sonunda müzik yaşamına çok genç yaşta başlayan Chris Thomas King, 1990'ların başında blues ile hip - hop'ı harmanlaması purist blues çevrelerinde tepkilere neden olacaktı. Bu tepkiler onun ülkesini bile terk etmesine yol açacaktı. Avrupa'da daha özgür olabileceğini düşünen Chris Thomas King, müzik hayatını Fransa'ya yerleşerek, sürdürecekti.
Sinema oyunculuğu
1996'da ABD'ye dönme kararı alan müzik adamı New Orleans'ta eski günleri yakalama adına sıkıntı çekecekti. King'in film olabilecek yaşamına o devrede iki film yönetmeni girecekti. ABD sinemasında farklı bakıştaki işlerine imza atan yönetmenleri Coen kardeşler, Chris Thomas King'e oyunculuk teklifinde bulunurlar. Böylece "Neredesin Be Birader" filminde bir blues müzisyenini oynayan sanatçı müzik dünyasında da tekrar hatırlanacaktı.
Müzisyenliğinin yanına bir de oyunculuğu ekleyen Chris Thomas King'i daha sonra da Ray Charles'in hayatının konu edildiği "Ray" filminde Lowell Fulson rolüyle görecektik.
New Orleanslı müzisyenler
Grammy ödüllü gitarist, şarkıcı, besteci, aktör Chris Thomas King beş yıl aradan sonra yeni albümü "Hotel Voodoo" ile karşımızda. Turnelerinde ona yoldaşlık eden davulcu Jeff Mills ve basçı Danny Infante'yi yanına alan sanatçı bu albümün kayıtlarına girmiş. Diğer elemanları da New Orleanslı müzisyenlerden seçmiş.
Chis Thomas King – Vokal, Gitar, Armonika, piyano
Jeff Hills – Davul
Ryan Mallet – Bas
Eric Welch – Bas
Gregory Agid – Klarnet
Owen Callahan – Klarnet
Danny Infante – Bas
Plak zamanları gibi
Chris Thomas King'in "Hotel Voodoo" albümü plak zamanlarına uygun olarak A ve B yüzü olarak yapılandırılmış. A yüzü "Baron Samedi Suite" olarak adlandırılmış ve burada klasik blues kalıbındaki işlere yer verilmiş. "Jelly Roll Suite" adındaki B yüzü ise New Orleans cazı biçimindeki çalışmalardan oluşmuş.
"Hotel Voodoo"nun A yüzü yani "Baron Samedi Suite" adıyla blues kalıbındaki çalışmaların yer aldığı bölüme şöyle bir bakalım. Albümün açılış parçası olan "American Man" blues'tan ziyade John Cougar Mellancamp'vari bir parça... akılda kalıcı ve coşkulu. İlk parcadaki farklılıktan sonra gelen "Woodoo Child" Chris Thomas King'in kişiliğinde bir blues. Parçadaki armonika girişleri heyacan verici. Ardından gelen "Friday Night Bleu" ve "Have You Seen My Princess" parçaları Jimi Hendrix'e göndermeler taşıyor. Birinci bölümün kapanışını yapan " Rock'n Roll Conjurer" yeni müzikal akımlara da göz kırpan bir blues.
Albümün B yüzü yani "Jelly Roll Suite" adındaki ikinci bölüm " Les Bleus Was Born Louisiana" ile açılıyor. Owen Callahan'ın klarnetinin hakimiyetinde, Dixieland denilen eski caz örneklerini hatırlatıyor. Bu parçada Chris Thomas King gitarını gene blues rock kıvamında sunarken, ardından gelen " White Folk Call It Jazz" da akustik gitara geçerek Django Reinhart tadında çalıyor. Bu parçada klarnetiyle Gregory Agid yorum zevkini yükseltirken, kontrbas da mükemmel bir ton yakalayarak davulla birlikte ritmi tutuyor. "Tabby's On The Bayou" da piyanoya geçen King için Professor Longhair etkisinde diyebiliriz. Son iki parça ne New Orleans ne de caz ile alakalı. Chris Thomas King'in piyanosunun hakimiyetinde olan " Someone Like You"duygusal bir balad. Finale oturan "Rainbow Lullaby" ise ritmik bir folk parçası.
Chris Thomas King'in "Hotel Voodoo" albümü beş yıllık araya değmiş, başka ne diyelim.
Aptulika
20 Aralık 2017 Çarşamba
Michael Schenker'ın 10 yılının retrospektifi
UFO grubunun unutulmaz gitaristi Michael Schenker son on yılını özetleyen, retrospektif nitelikte koleksiyonluk bir çalışmaya adım atıyor.
26 Ocak 2018'de çıkacak olan 'A Decade Of The Mad Axeman' adını taşıyan ve 2 CD'den oluşan albüm usta gitaristin 2007 ile 2016 yılları arasındaki konser ve stüdyo kayıtlarından seçmelerden oluşacak.
16 parçanın yeralacağı ilk CD Schenker’ın stüdyo materyellerinden oluşuyor.
14 parçalık ikinci CD ise 2010 ile 2016 yılları arasındaki konser kayıtlarndan seçmelerden oluşuyor.
Bu çalışmada Don Airey, Gary Barden, Francis Buchholz, Wayne Findlay, Chris Glen, Steve Mann, Robin McAuley,
Ted McKenna, Neil Murray, Simon Phillips, Herman Rarebell, Elliott 'Dean' Rubinson, Chris Slade, Brian Tichy, Michael Voss, Pete Way ve Doogie White gibi müzisyenler yer alırken Michael Amott, Graham Bonnet, Rudolf Schenker, Jeff Scott Soto ve Leslie West gibi isimler de konuk olarak katkı vermiş.
Jimmy Page'den 50. yılında LED ZEPPELIN müjdesi
Led Zeppelin grubunun
gitaristi Jimmy Page
bir dergiye verdiği
röportajda 2018'de
grubun kuruluşunun
50. yılı sebebiyle
sürprizlerinin
olacağını
söyledi.
2018 yılı bir çok rock grubu için kuruluşunun 50. yılı olacak. Bundan yarım asır öncesinin 1968 olduğunu hatırlarsak gelecek yıl kutlamalar açısından hayli verimli olacağa benzer. Bir kuşağa "68'liler" diye efsanevi ismini veren 1968 yılında kurulan gruplardan biri de Led Zeppelin'di.
Led Zeppelin grubunun gitaristi Jimmy Page bir dergiye verdiği röportajda 2018'de grubun kuruluşunun 50. yılı sebebiyle sürprizlerinin olacağını söyledi. Bu konuda kolları sıvayan Page, daha önce yayınlanmamış konser ve stüdyo kayıtlarından oluşan bir Led Zeppelin albümünün çıkacağını açıkladı.
Tabi bu haberin devamında herkesin beklediği şeyin grubun tekrar bir araya gelip toplanması. Bu olabilir mi? Bu imkansız, hem de 37 yıldır. 1980 yılında grubun davulcusu John Bonham hayata veda etmişti. Grup Bonham olmadan yola devam edemeyeceklerini açıklayarak dağılacaktı. O günden bu yana gene de Led Zeppelin'in tekrar birleşeceği umudu inatla sürdü. Hatta bir ara Jimmy Page ile vokalist Robert Plant ikili olarak çalıştıklarında ülkemize gelip konser verdiklerinde organizatör afişlere bile Led Zeppelin yazacaktı. O konsere gidenlere bugün sorsanız size Led Zeppelin konserine gittiklerini ballandıra ballandıra anlatırlar.
Zaman içinde bazı istisnalar da olmadı değil hani. Mesela 1985 yılında Afrika'ya yardım nedeniyle yapılan konserde Led Zeppelin sahneye çıktı. 1990'larda Led Zeppelin'in ölen davulcusu John Bonham(ın oğlu Jason Bonham'ın davula geçip Bonham adıyla bir grup kurması umutları yeniden alevlendirdi. Babası gibi iyi bir baterist olan Jason Bonham hep bu yük altında kalacaktı. Sonra 2000'li yıllara geldik plak şirketleri Atlantic Records'un sahibi Ahmet Ertegün ölmüştü ve onun anısına 2007'de Led Zeppelin bir araya gelerek bir konser verecekti. Jason Bonham 'ın babasından boşalan Led Zeppelin baterisine geçtiği bu konserin kayıtları 2012 yılında "Celebration Day Live Album" adıyla piyasaya çıkacaktı. Led Zeppelin elemanları bu konsere Ahmet Ertegün'e olan vefalarından çıkmışlardı. Ayrıca bu bir konserlik birleşmenin bir başka nedeni de konserin gelirinin Ertegün adına yapılacak bir müzik okuluna harcanacak olmasıydı.
18 Aralık 2017 Pazartesi
Son Derece Nadir
Fransız kökenli neo-caz davulcusu Makaya McCraven, 7 Kasım 2017'de İstanbul'a gelip, Salon İKSV'de bir konser vermişti. Caz'ın geleceğine deneysel yollar açan müzisyen şimdi de yeni albümü "Highly Rare" ile karşımızda.
1983 Paris doğumlu Makaya McCraven, davulcu bir baba ile vokalist bir annenin çocuğu olarak müzikle içiçe bir ortamda büyüdü. Daha ilk gençliğe adım atmadan Archie Shepp, Yusef Lateef gibi caz efsanelerini tanıdı ve onların sayesinde müzikal bakışını oturttu.
Lise yıllarında arkadaşlarıyla Cold Duck Complex isimli bir hip-hop grubu kurdu. İçeriğinde sadece hip - hop bulunmayan caz'ı da barındıran bu grup 50 Cent, Wu-Tang Clan, The Wailers gibi isimlerin Paris konserlerinde açılış grubu olarak çıkacaktı. Böylece dikkatleri üzerine toplayan Makaya McCraven, sadece davulculuk maharetiyle değil, yenilikçi fikirleriyle de ayrıcalıklı bir yer edinecekti. Bu da onun yolunu Amerika'ya çevrilmesine neden olacaktı ve 2007’de Chicago’ya taşınacaktı. Burada caz kulüplerinde dev isimlerle sahneye çıkan davulcu, 2012’de ilk albümünü yayımladı.
İki yıl sonra çıkan ikinci albümünü Los Angeles Times 2015’te mutlaka dinlenmesi gereken caz albümleri arasında saydı, Billboard ise en iyi 5 caz albümü arasında gösterdi.
Makaya McCraven yeni çıkan "Highly Rare" albümünde şu müzisyenler yeralıyor:
Alto saksofon - Nick Mazzarella
Basgitar - Junius Paul
Kornet - Ben Lamar Gay
Davul - Makaya McCraven
Hip-hop, Afrika dans müziği, indie rock’tan beslenen tavrıyla caz yapan Makaya McCraven, yer yer eskilerin özgür caz ve 1970'lerin deneysel rock tadını da verebilen bir isim. "Beat sihirbazı" diye de anılan davulcu doğaçlamalara da geniş olanaklar sunuyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)