Amerigo
Stefan Zweig
Doğduğumuzdan bu yana hep Amerika var. Kimilerine göre “Her mahallede bir milyoner yaratacağız”
nidalı “Fırsatlar Ülkesi” ; kimine göre de emperyalizmin kalesi yani “Kahrolsun Amerika!”. İkinci grupta yer
alan biri olarak bu sloganı çok atmıştık. Ülkemde “Katil Amerika” diyen türküler yakılmıştır. Işıklar içinde yatsın Aşık Mahzuni usta yapmıştı, bu modern türküyü,
1970’li yıllarda. Ben de bir hayli nasibini aldım Amerikan hayranlığının oranın
siyah insanları ve tükaka edilmiş muhalif yoldaşlarımın müziklerini dinliyorum
diye.
Herşey çocukluktan başlamıştı belki de o Amerikan
filmlerindeki uzun saçlı kızılderilerin tarafını tutan yeniyetmelik dünyamda
kovboylara hep hınçlıydım. Sonraları Red
Kit ile biraz sempati duydum ama o çizgi romanı yapan da Belçikalı bir
çizerdi.
Zamanla biraz daha büyüdük ve
gene o sinemalarda bir güzel müzikle içimizi ürperten melodisiyla “Bir Avuç Dolar” ve “İyi Kötü Çirkin” aklımızı başımızdan
alacaktı. Hoş bu filmleri yöneten abi de Amerikalı değil İtalyandı. Bu filmlere
“Spagetti Western” diyorlarmış, biz
sonradan öğrenecektik. Bununla birlikte o çocukken okuduğumuz Tommiks, Teksas’ların da İtalyan
çizerler tarafından çizildiğini biraz büyüdüğümüzde öğrenecektik.
Sonraları hayatımıza başka
hülyalar girdi. Vietnam diye bir
ülkeyi duyduk, Amerika oraya saldırıyordu. Sadece oraya mı Küba denilen yere de baskı ve zulumünü götürüyordu. Vietnam bizden biraz daha ırak doğuda
idi ama Küba bal gibi Ameraka’daydı.
O zaman anlayacaktım Amerika’nın bir kıta olduğunu. Sonra Şili diye bir yerin varlığını 1970’lerin TRT radyosundaki haberlerde duyacaktım. Dünya üzerinde seçimle
iktidara gelmiş bir sosyalist lideri askeri darbe ile devirecekti Amerika. O
ülke Şili idi ve Amerika kıtasında
yer alıyordu. Ona askeri darbe yapan kıta değil ABD denilen ülke idi. O ülke bizi de kıskacına almıştı.
Dünya atlasının kuzeyinden
güneyine dek bir şerit gibi uzanan bu büyük kıta Amerika idi ve bir büyük
keşifle ortaya çıkmıştı. Her gün içmeden edemediğimiz çay ve tüttürdüğümüz
sigara o kıta bulunmadan önce vazgeçilmezimiz değildi. Hatta domates olmadan da
yemeklerimizi, salatamızı yapıyorduk. Çünkü onlar yoktu daha 500 yıl öncesi.
Yani İstanbul fethedildiği dönemde kahvaltıda çay içmiyorduk.
Son günlerde içine düştüğüm Stefan
Zweig’ın öykü, novella ve romanlarını bitirdikten sonra şimdi de
biyografilerine başladım. “Amerigo” isimli
bu kitap’ta Zweig , 500 yıl öncesine gidip, bu kıtanın keşfinin izini sürmüş.
Bu Amerigo Wespucci’nin biyografisi
ama alıştığımız biyografilerden değil. Hani o bildiğimiz “burada doğdu, şu
tarihte okula gitti” gibisinden bir biyografi değil. Yazar,
“Kristof Kolomb'un keşfettiği toprakların 'yeni bir
dünya' olması gerektiği kanısına varan İtalyan denizci Amerigo Vespucci, şöhret peşinde koşan bir sahtekâr mıdır, yoksa adını tarihe yazdırmayı hak eden bir
bilge mi?” sorularından hareket
ederek, biraz polisiye tadında iz sürerek biraz da bilimsel bir tez hazırlar
gibi hareket etmiş, tabi bütün herşey heyecanı bitmez bir macera tadında.
Bugün Amerika
adıyla bildiğimiz kıtanın bu adı alışının ardındaki yanlışlıklar, bir komedya
tadında surnuluyor.
İsterseniz daha fazla bir şey demeyeyim çünkü
kendinizi olduğu gibi kitaba bırakın ve uyanık İtalyan yayıncının yaptığı
abartılı bir kitabın içindeki bir harfin düşüp , yanlış bir anlamın ortaya
çıkmasının getirdiği durumu Stefan Zweigg'in anlatımıyla okuyun.
Kitabın bir başka güzel yanı
ise okullarda bize öğretilmeye çalışılan tarihin aslında bir bilim olduğunu
(olması gerektiğini) Stefan Zweig’in anlatımıyla daha iyi anlayacaksınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder