Seksenli yıllar denildi mi akla gelenlerin dışında
kalan bir büyük ayrıcalık vardır ve bu ayrıcalığın ismi , Suzanne Vega’dır. O
ne rock yapıyordu ne de listeleri sallayan mega pop yıldızlarından biriydi ama sadeliği ile seksenlere oturmuş bir mucize gibiydi. Yağmur sonrası pencere önünde şarkı
mırıldanan kız çocuğu sadeliğinde müzik atmosferimize yirmi küsur yıl önce
giren Suzanne Vega, o dönemin unutulmazları arasındadır.
“Tom’s Diner”
şarkısı, bir dönemin müzicelerinden biridir. Takvimler 80’lerin sonlarını
gösterirken Suzanne Vega adında bir
kadın çıkıyor, müziksiz vokaliyle (akapella)
bizleri şaşırtıyordu. Teknolojinin müziğe yön verdiği günlerin tersine giderek,
doğal ve duru bir ses ile ilgimizi ipotekliyordu. Sonrasında “Luka” isimli parçasıyla aynı etki bu
seferde enstrüman katılımıyla sürüyordu. O kadar etkiliydi ki bu ilk buluşma
geçen yıllar içinde başka ne yaptı diye bile bakmaya gerek görmememize sebep
oluyordu. Bu ilk etkileşim, yeni yapılanla bir anda bozulabilir diye bir
evhamdı belki de. Sonradan bu iki parçanın anlamlarını öğrendik ama parçalar
aklımıza öyle bir yerleşmişti ki ne Tom’un akşam yemeği ne de bir çocuğun
kırılan hayalleri üzerine kafa yormuyorduk.
İlk adımda bir baş
yapıtla başlamak çoğu kez tehlikelidir. Herkes onun üzerine çıkacak bir şey
ister. Bir başka açıdan da ilk yapılan
iş ayrıcalıklı buluşuyla ünlenip, popüler olunca aynı denklem daha sonraki
işlerde de kullanılır ve bu da bir monotonluk getirir. İşte bu nedenlerle Suzanna Vega’yı 1987 tarihli “Solitude Standing” albümünden sonra
takip etmemiştim.
Müzikten önce
yazma merakı
2014 yılında çıkan
yeni Suzanna Vega albümü “Tales from the
Realm of the Queen of Pentacles”ı görünce yıllar öncesine özlem dolu bir
isteğin itişiyle dinlemek için atıldım. Çıkan sonuç endişelerimi yerle bir
etmiş, karşımda ne “Luka” ne de “Tom’s Dinner”ın popüler başarısının ardına
sığınmış biri vardı. Zaten o yıllardan sonra da geçen 27 yıl boyunca sadece 5
albüm çıkarmıştı. Oysa o dönemde Grammy’e aday gösterilen, listelerde üst
sıralara çıkan Vega’nın daha çok albüm çıkarıp, popülerliğini koruması
beklenirdi. O ise sakin anlatımını, ozansı tavrını koruyarak müzik yapmayı
tercih edecekti.
Suzanne Vega, elinde gitarıyla şarkılarını söyleyen bir folk
müzisyeni. Onun folk anlayışı biraz daha kentli insanı anlatmasıyla ayrıcalıklı
bir yere oturuyor. Yazdığı şarkı sözleri ve müzikal anlatımıyla onu Leonard Cohen’le eşdeğer görenler de
çok az değil. Kaliforniya doğumlu Suzanne Vega, müzikten önce şiir
yazmaya başlamış. 9 yaşında başlayan yazma serüvenini, 14 yaşında besteler
yaparak müziğe doğru kaydırmış. La Guardia
Sahne Sanatları Okulu’nda modern
dans üzerine eğitim görüp, buradan da 18 yaşında mezun olmuş. Ancak onun
edebiyat ve şiir merakı her zaman varlığını korumuş. Üniversite yıllarında
sanatçıyı bu tutkunun peşinde İngiliz
edebiyatı bölümünde okurken görecektik.
Vega müziğe şair kimliği ile yaklaşması ve edebiyat
hassasiyetiyle de Leonard Cohen’vari duruşun kadın olarak yansıması gibidir.
Onun konuşur gibi akan, sade vokali,
bahar yağmuru sonrasındaki duruluğu hissettiren ses lezzetiyle bizlere ulaşır.
Aptulika
Aptulika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder