Sayfalar

30 Aralık 2021 Perşembe

Bu Yılın Olayı: Orhan Kahyaoğlu'nun Müzik Yazarlığıyla Buluşmaktı.



Cazkolik, caz dergiciliğini internet ortamına taşıyan ve bu alanda da yayını uzun yıllara yaymış olan bir site. Uzun bir zaman süresince devamlı takip ettiğim Cazkolik her yıl sonunda da "Yılın En İyileri"ni belirliyor. Bu sonuçları da ülkemizdeki müzik yazarları ve radyo programcılarının seçimleriyle belirliyor. Bu konuda her yıl benden de seçim isterler. Ben de her yıl kategorilere ayırarak sıralama şeklinde en iyi bulduklarımı yazardım. Bu sene sadece bir örneğe yer verdim ve şu sözcüklerle kaleme döktüm. İlk önce orada yazdıklarımı sizlere aktarayım:

"Her yılın sonunda Cazkolik için yılın en iyilerini belirlemeyi çok ciddiye alıyorum ve açıkçası çok da önemsiyorum. Ancak bu yıl için rock, caz ve blues üzerine seçtiğim albümler olmayacak. Bu yılın en iyisi için tek bir isme yer vereceğim ama bu ne albüm olacak ne de bir müzisyen; bu konuda tek seçimim bir kitap ve müzik yazarı olacak.  Bana göre 2021 yılının en iyi çalışması usta müzik yazarı Orhan Kahyaoğlu’nun bu yıl yaz başında piyasaya çıkan "Duru Derin Çıplak" adlı kitabıdır. Tunuslu caz müzisyeni, udi Anouar Brahem üzerine kaleme alınmış bu kitap hasretini çektiğim müzik yazarlığının keyfi ile beni tekrar buluşturduğu gibi Anauar Brahem’in müziğine de adım atmamı sağladı.

-  Orhan Kahyaoğlu (Kitap) "Duru Derin Çıplak, Anouar Brahem Müziği" (Yort Kitap)"

Cazkolik'in "Yılın En İyileri" anketinde tek bir isme yer verirken bir müzisyene değil, bir kitaba ve onun ışığında bir müzik yazarına yer verdim. Bu yılın en muhteşem yanı Orhan Kahyaoğlu'nun müzik yazarlığı ile tekrar karşılaşmamdı. İlerki yazılarda Orhan Kahyaoğlu ve kitabı hakkında daha geniş yazılara  yer vereceğim ama, öncelikle belirteyim ki, bu yılın olayı bana göre Orhan Kahyaoğlu ve onun özlenesi müzik yazarlığı ile tekrar buluşmaam oldu.  

Aptulika


Cazkolik'in yılın en iyilerini belirlediği ankete 16 müzik yazarı katıldı ve bu seçimleri aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz: 

Cazkolik Best of 2021 Yayında: Caz yazarları, radyo programcıları ve eleştirmenler yılın en iyi albümlerini seçti


https://cazkolik.com/icerik/cazkolik-best-of-2021-yayinda-caz-yazarlari,-radyo-programcilari-ve-elestirmenler-yilin-en-iyi-albumlerini-secti# 



29 Aralık 2021 Çarşamba

Janine Jansen ve Camille Saint - Saens... Ya da Ne Alaka ?



 Son dönem  müzik dinleme alışkanlıklarımız da değişti, artık CD gibi elle tutulur materyallerle dinlemiyoruz müziği. Hoş, yazıya girerken "son dönem" dedim ama bu neredeyse üç, dört yıldır böyle. Neredeyse "mp3" ve indirme işleri bile geride kaldı hani. Ben de para olunca plak alıyorum ama genelde "spotify" denilen mezradan dinliyorum. Eskiler zaten bir şekilde elimin altında mevcut ama yeni çıkanları hep oradan dinliyorum. İtiraf etmem gerekirse rock adına çıkan yeni çalışmaları şöyle bir gelişi güzel dinleyip unutuveriyorum. Etrafıma baktığımda da herkeste  bu şekilde oluyor , biraz dinliyor geçiyoruz hani. 

Bazı zamanlar ilk kez duyduğum bir ismi kafama not ediyorum ve tümüyle dnleyeyim diyorum ama ertesi günü bir bakıyorum ki unutup gitmişim. Tabiki bunlar hep rock dışı çalışmalar oluyor. Mesela Metin ve Kemal Kahraman kardeşlerin "Dewrano" şarkısını bir televizyon canlı yayınında duydum ve çok sevdim, ardından da bütün çalışmalarını baştan sona dinleyeyim diye not düştümse de nafile. 

Bu yeni müzik dinleme serüveninde ilginç bazı alışkanlıklarım olmaya başladı. Yeni keşifler için dinlediğimde uzun süreli dinleyişe girdiğim isimler hep klasik müzik yorumcularında olmaya başladı. Spotify'de çocukluk yıllarımın radyo programlarından hafızama yerleşmiş olan orkestra şefi Eugene Ormandy ve kemancı David Oistrakh isimlerini bulmamla başladı her şey. O zamanların TRT sunucularının sunumuyla bu ustaları dinler gibiydim sanki. Onların albümlerini öyle biraz dinleyip geçmiyor, baştan sona dinliyordum. Sonra bu isimlere yenileri katılıverdi. Bunlardan biri Brigitte Engerer isimli bir piyanistti ve dinlediğim albümü Çaykovski yorumlarından oluşmaktaydı. Plağın kapağına da baktığımda sanki 1960'lar ve 70'lerden kalma bir hippi kız gibiydi, Brigitte abla. Geçen iki haftadır da sürekli onu dinledim. Bu haftanın başında ise Janine Jansen isimli kemancı ile karşılaşacaktım. Royal Filarmonik Orkestra ile kaydettiği bu albüm büyük ihtimalle ilk çalışmalarındandı. Albüm Çaykovski'nin "Kuğu Gölü" balesinden bir bölümle başlıyor ve ardından Aram Khachaturian'ın "Masquerade" isimli gene bir bale süitiyle devam ediyordu. Albümde farklı bestecilerin çalışmalarından örneklere yer verilmişti, hatta  "Schindler'in Listesi" filminin müziğinin yorumu da  yer almaktaydı. İlk iki yorumu dinledikten sonra ardı ardına iki Camille Saint - Saens bestesi geliyordu ve onları dinledikten sonra diğerlerini dinleyemedim bile. "Havanaise, Op.83" ve "Rondo Capriccioso, Op. 28" isimli iki eseri dinledikten sonra, Janine Jansen'in kemanının bütün besteciler arasında en çok Camille Saint - Saens'in eserine yakıştığı hissine kapıldım. Hani, "Bu kavgada denmez" diye bir laf var ya, benimki de o hesap... Yılların rock dinleyicisi olan ben ilk defa dinlediğim bi klasik kemancının yorumu üzerine ( hem de hakim olmadığım bir alanda- klasik müzikte) kalkıp ahkam kesiyordum. Bu yazıyı okuyan klasik müzik dinleyicisi varsa, bana kesin kıçıyla gülüyordur. Evet kabul ediyorum, bu konuda yorum yapmak hatta onunla da kalmayıp, ahkam kesmek ve yargı koymak haddim değil ama bütün albüm içinde bu iki yorumu bir hafta içinde neredeyse her gün dönüp dönüp dinliyordum. 

Janine Jansen'in bu ilk dinlediğim albümünden sonra çıkanlara da baktığımda baştan sona Camille Saint Saens'ın bestelerine ayrılmış bir albüm bulacağımı sansam da nafileydi. Bu iki eserin dışında başka bir Camille Saint - Saens yorumlamamıştı, Janine Jansen. Bunu da görünce, artık bilgisizliğimi. anlayıp yerime oturacağıma, içimden bir ses inadına "bu kızın kemanı Camille Saint - Saens yorumu için ideal" diyordu. 

Benim için müzik dinlemenin büyülü yanı "keşif" yapmaktır. Rock ve türevlerinde o duygu beni her daim çekmişti. Dinlediğim her yeni grup ile sanki yeni bir kıta keşfetmişim duygusunu yaşamışımdır. Artık müzik hayatımızda öyle rutinleşti ki bu duyguyu yaşamak için farklı tarzlara bulaşıyor olabilirim kim bilir. 

Aptulika


27 Aralık 2021 Pazartesi

Tekrar Merhaba... ya da... O KAĞIT BEYAZ KALMAYACAK!



Sözümona "Gündelik" yazacaktık, ama gelin görün ki bundan önceki yazıyı 18 Eylül'de yazmışım. Ayıptır ve yazıktır, üstüne üstlük bir de tarih atmakla yetinmeyip, saati bile düşmüşüm. Durun bir dakika bununla kalsa iyi hani, bir de yazının başlığına sayı verip, sıfır sıfır bilmem kaç deyip not düşmüşüm, aklım sıra bin küsur yazı yazacağım sanki. Olmadı işte gene uzun bir ara verdim.

Uzun bir ara verdim vermesine ama sanmayın ki Gündelik yazıları olmadı... kafamın içinde bir tomar yazı oldu ama buraya dökemedim.  

İşin özü uzun bir ara verdim. Bundan önce de değişik zamanlarda yazı yazmaya ara vermiştim ama bu sefer ki en uzunu oldu. Bu çoğu zaman bir küskünlük olsa da asıl neden bu blog işlerinde insan kendini bir kutunun içine sıkışmış gibi hissediyor. Kitap, dergi ya da gazete gibi basılı alanlarda yazıp, çizdiğinde bir yerlerde kalıyormuş gibi gelir ama bu kutunun içinde tıkılmışlık hissini çoğu kez atamıyorum. Elbette blog'da da birileri ürettiklerinizi takip ediyor ama insanlar ulaşamadığı hissini çoğu zaman aşamıyorum ve hemen küsüp ara veriyorum Hani örnekleme doğru olur mu? bilemem ama sanki bir ıssız adada sizi bulmaları için şişeye bir not yazıp, ağzını mantarla kapayıp, denize atmanız gibi geliyor, ister istemez. 

Bunları yazmamdan kasıt, bir karamsarlık duygusu ya da teknolojiden umut kesmişlik değil. Sadece bu blog işlerinde uzun süredir içinden çıkamadığım bir kaç sorun var. Her neyse onları da bir ara sizlerle paylaşırım ama şimdi o konuya bir virgül koyalım ve bıraktığımız yerden devam edelim.

Tekrar Merhaba!

Bu geçen üç aylık sürede hiç bir şey yazıp, çizmedim mi... Tam tersine öyle çok yazı yazdım ve öyle çok çizdim ki... Bir ara onları da paylaşırım. 

Sözün özü beni bomboş duran, bembeyaz kağıtlar rahatsız eder ve derhal onları, karalarsam (ya da boyarsam) rahat ederim. İşte o kağıt beyaz kalmayacak!

Aptulika


16 Ekim 2021 Cumartesi

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 181


Hagop Baronyan
 "İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti"
Can Yayınları
Çeviri: Paris Hilda Teller Babek
  (9. Basım: Temmuz 2020)


Öncelikle kitabın ismine bakıp, bunun günümüz İstanbul'unda geçen bir gezinti olduğunu aklınıza getirmeyin. Zira bu 136 sayfada İstanbul'u mahalle mahalle gezen bir kitap, böyle bir şeyi günümüzde
yapmaya kalksanız, kitabın sayfası bir anda 1360 ve ötesine fırlar. Tabii bu işe kalkışan da hayatından bezer hani. Ben kendi adıma 60 yıldır İstanbul'dan başka bir yerde yaşamadım ama öyle mahalle semt adları var ki ilk kez duyuyorum ve görmüşlüğümde yok. Gençlik yıllarımdan sonrası İstanbul öyle şişti ve genişledi ki akıl falan alası gibi değil. 
Hagop Baronyan'ın kaleme aldığı bu kitap 19. yüzyılın ikinci yarısının İstanbul'unda 34 mahalleyi anlatıyor. Hoş 1980'lerin sonuna kadar benim de bildiğim İstanbul'da eksiksiz bir gezinti kaleme dökülmüş. Bazı yerler eksik bırakıldıysa da bunun sebebi Hagop Baronyan'ın Ermeni kökenli bir yazarımız olması sebebiyle Ermeni vatandaşlarımızın yoğun olduğu semtlerde olmuş bu gezinti. 
Kitabı elime aldığımda ilk yaptığım eylem, çocukluk ve gençliğimin geçtiği Kuruçeşme'nin yer aldığı sayfaya bakmak oldu. Semtimin 1800'lerdeki ortamında gezinti inanılmaz oldu. 
1842 Edirne doğumlu Hagop Baronyan, 1864'te İstanbul'a yerleşmiş. Tiyatro oyunları, roman , öykü olmak üzere bir çok alanda boy gösteren yazar, daha çok mizahi ve hiciv alanındaki dergilerde yapıtlarını sunmuş. Yapıtlarını Osmanlıca ve Ermenice yazan Baronyan'ın dilimize çevrilen diğer bir yapıtı da 2016 yılında gene Can Yayınları'ndan çıkan "Adabımuaşeretin Zararları". Bu kitabın adından da anlaşılacağı gibi Hagop Baronyan mizahı çok iyi kullanan bir yazar. Toplumu, kurumları ve adaletsizliği mizah yoluyla kıyasıya eleştiriyor. Bu yüzden de yaşadığı dönemde bol bol da sansürün baskısına uğramış. 
19. yüzyıl yani 1800'lerin ikinci yarısındaki "İstanbul Mahallerinde Bir Gezinti"de 34 mahalle güçlü bir mizahi bakışla anlatılıyor. O dönemin Ermeni toplumunun sorunlarına vurgu yapan Baronyan yanısıra Ermeni ileri gelenlerinin bu sorunlara ilgisizliğine ve kilisenin mahalle hayatı üzerindeki baskısına ince ve keskin bir gözlemle vurgu yapıyor. 
Tesadüf eseri bulduğum "İstanbul Mahallerinde Bir Gezinti" beni çok usta bir yazarla tanıştırdı. Baronyan belki benden iki yüzyıl önce yaşamış bir yazar ama mizah söz konusu olunca zaman pek farketmiyor. 
Ortaköy, Kumkapı, Kasımpaşa, Beşiktaş, Karagümrük, Eyüp, Kadıköy, Rumelihisarı, Selamsız, Topkapı, Gedikpaşa, Üsküdar Yenimahalle, Pera yani Beyoğlu, Balat, İcadiye, Samatya, Kuzguncuk, Dış Kumkapı, Hasköy, Kınalıada, Boyacıköy, Galata, Kuruçeşme, Büyükdere, Yenikapı, Kartal, Kandilli, Narlıkapı, Beykoz, Bakırköy, Feriköy, Yenikapı... Bu semtleri Hagop Baronyan'ın kitabında okurken günümüzden iki yüzyıl öncesine gideceksiniz. Elbette o günden bugüne çok şey değişmiş olacak ama insanlar ve semt farklı da olsa, sınıfsal ayrımlar, bağnazlık ve toplumsal sorunlar hangi çağda, hangi renkte, hangi ırktan olursanız aynı... bunu da en iyi vurgulayan ve yansıtan mizah. 

Aptulika

11 Ekim 2021 Pazartesi

Uzun bir aradan sonra KOOPERATİF'te radyo programı


Rock FM'den sonra neredeyse on yıl sonra bir radyo programı ile sizlerle birlikte olacağım. Bu işin müsebbibi de aziz dostum ve tabi bu blog'un uzun süredir yazmayan yazarı Cenk Akyol. O bir internet radyosu olan Radio Corax'ta bir kooperatif oluşturarak bizlere bu imkanı açtı. İşte bu Kooperatif'in bu salı gecesi konuğu da ben olacağım. 

Şimdi bu nasıl bir radyo programı, nasıl dinleyeceksiniz, vesaire gibi sorularınızın cevabı için sözü Cenk'e bırakayım. Bu arda çok güzel bir tanıtım yapmış, çok keyif aldım ve gururlandım. Sadece o kadar mı? Bir o kadar da güldüm. Gülmek, yani mizaah bir yazıda ironi humor ile harmanlanırsa devreye zeka girer. Cenk işte bunu çok güzel yapabiliyor ve yazılarını çok özlüyorum. Neyse fazla uzatmadan sözü Cenk'e bırakalım. Buyrun Bakalım:

"Mahallemizin Muhtarı, kendinden resimli rock vakanüvisi, ressamı, perişanların koruyucusu, velinimetimiz, aksi ihtiyarımız ısrarlarımız, yalvarmalarımız karşısında insafa geldi.

70'ler ağırlıklı, sürprizli playlisti ile  biricik Aptulkadir Elçioğlu nihayet Kooperatif'te. 

Salı günü 12.10.2021 saat 20:00'de www.radiocorax.
com'da."

 Cenk böyle diyerek benim programı tanıtmış. Yapacağım program için "70'ler ağırlıklı" demiş ama 'Aksi İhtiyar'lığımı kanıtlamak için günümüzden  örnekler çalacağım. Tabii ki "70'ler" de olacak. 

Peki bu programı nasıl dinleyeceksiniz derseniz, saatler 20:00'i gösterdiği anda, 

www.radiocorax. com

tıklanacak. 


17 Eylül 2021 Cuma

Günlük Değil, GÜNDELİK 0010



Larry Coryell ismi kime ne anlam ifade eder bilemem ama benim aklıma 1980'lerin sonuna tekabül eden İstanbul Festivali ve TRT 3'teki Stüdyo FM  programı gelir. 

O vakitler bahar ayları gelince İstanbul Festivali'nin programı belli olur ve büyük ihtimalle Cumhuriyet gazetesinden okur, hangi konsere gideceğimizin derdine düşerdik. Bu arada Cumhuriyet gazetesi dedim ama o yıllarda boyalı basın dediğimiz gazetelerin de sanat ve kültür sayfaları olurdu ve oralarda da bu festivale gelecek caz ve klasik müzik sanatçıları da duyurulurdu. 

İstanbul Festivali'ne gelecek isimler belli olurdu olmasına ama hepsini bilmemize imkan yoktu hani. Bu durumda da Yavuz Aydar'ın TRT'de her cuma günü yayınlanan Stüdyo FM'i imdadımıza yetişirdi. Oradan dinler, hatta kaset teybimize kaydederdik. Tabi rock dinlediğimiz için önceliğimiz gitaristler olurdu. Hangi yıl şimdi tam olarak hatırlamama imkan yok ama bir ara caz gitaristi Larry Coryell geliyor haberini aldık. Caz gitaristi ama caz rock ne de olsa kaçmazdı. 

Dün gece Spotify'da bana önerilenler arasında Larry Coryell'in 1971 tarihli "Fairyland" albümü vardı ve dinlemeye koyuldum. Uzun bir aradan, hatta çeyrek asırdan ziyadesiyle kilolu bir zamandır Larry Coryell dinlememiştim ve çok güzel geldi. Bu arada şu anda da dinliyorum. Tavsiye olunur. 

18 Eylül 2021

saat 02:27

16 Eylül 2021 Perşembe

Günlük Değil, GÜNDELİK 0009


 

Hayatımın hiç bir döneminde günlük tutmayı başaramadım. Bir kaç kez yeltensem de, devamı gelmedi. Yazarların ya da önemli şahsiyetlerin günlüklerinden oluşan kitapları da pek takip etmemişimdir. Hoş onların da bunları bir yerlere not etmek adına yazdıkları bir gerçekse de yaşarken bunları yayınlamayı düşünmediklerine de eminim. 

Bundan bir ay önce "Gündelik" adında bir şeyleri her gün not düşmeyi düşünüp, bu köşeye başlamıştım. Dokuz gün yazdım ama devamı gelemedi. Her ne kadar "Günlük Değil, GÜNDELİK" desem de iş ister istemez günlük tadına dönecekti ve yazmayı kestim. 

Yazının deli saçmasına döndüğünü düşünebilirsiniz ama derdim ne günlük yazmak ne de gündelik tutmak... işin özü yazıp çizmek için bir vesile bulmak. Gündelikler sekizden öteye gidemedi ama yazamadığım bu süre zarfında bir de baktım ki, beş adet Don Kişot çizimi yapmışım. Bir yerden bulduğum 5 boş çerçeve, birbiri ardına  bu Don Kişot çizimlerini yapmama vesile oldu. Her yaptığımı da ertesi günü Kuzguncuk Sahaf'ın duvarına asıp sergiledim. Bununla da kalmayıp, her birini yapma sürecimde instagram'dan da yayınladım. Bu paylaşımı görenler, ister istemez , "Neden Don Kişot? Yoksa bir sergi mi var? Yoksa bir çizgi roman mı?" diye sordular. Hiç biri değildi, sadece evde boş olan 5 çerçeve vardı ve ben onları doldurdum. Her biri doldu ve sergilendi ve hepsi tek tek sevenleriyle buluştu. 

İşin en keyifli yanı çizmek ve çizdiklerini insanlara ulaştırmaktı. Her şey o boş çerçeve ile başladı işte. 

"Günlük değil, GÜNDELİK" bundan sonra devam eder mi? bilemem ama boş çerçeveler çizmeye sebep oluyorsa boş sayfalar da her gün dolacak demekki. 

17 Eylül 2021

saat 00:14

Ve Beş Boş Çerçevenin Dolmuş Halleri:









2 Eylül 2021 Perşembe

Mikis Theodorakis yaşamını yitirdi.



Mikis Theodorakis yaşamını yitirdi. Ülkesi Yunanistan'da yas ilan edildi.


Sinema sanatı onun beste ve icralarıyla bir başka güzeldi.


Yüzlerce beste ve icrasının yanısıra , ülkesini 1967-1974 yılları arasında yöneten askeri cuntaya karşı mücadelesiyle de öncü bir isimdi o.


Mikis Theodorakis yaşamını yitirdi. Ülkesi Yunanistan'da yas ilan edildi.


Yalnızca Yunanistan değil dünya kültürü için çok değerli güzel bu insanın ardından saygıyla...

31 Ağustos 2021 Salı

Iron Butterfly'ın davulcusu Ron Bushy'i kaybettik.


Iron Butterfly'ın   rock tarihine yer eden başyapıtında uzun davul solosuyla unutulmazlar arasına giren davulcusu Ron Bushy'i  29 Ağustos 2021, pazar günü, 79 yaşındayken kaybettik.


Iron Butterfly'ın  davulcusu Ron Bushy'i  29 Ağustos 2021, pazar günü, 79 yaşındayken kaybettik. Uzun süredir kanserle mücadele eden Bushy'nin ölüm haberi karısı Nancy tarafından, topluluğun Facebook sayfasından yapıldı.  

1966'da Iron Butterfly grubunda davula geçen Bushy, grubun 1968'den 1975'e kadar süren kariyerinde değişmeyen tek eleman olarak kalmıştı. 

Saykodelik ve hard rock tarzında müzik yapan Iron Butterfly 1968'de ikinci albümleri In-A-Gadda-Da-Vida' ile rock tarihinde silinmez bir yer elde edecekti.  Albümle aynı adı taşıyan  parça rock tarihinin unutulmaz çalışmaları arasında yer alırken, heavy metal tınılarının ilk örneklerini de verecekti.  17 dakikalık süren bu parçada Ron Bushy'nin görkemli bir davul solosu da yer almaktaydı.  

"In-A-Gadda-Da-Vida" çıktığı yıl dünya çapında 8 milyondan fazla bir satış elde edecekti.    Daha sonra ABD'de dört kez platin olmak da dahil olmak üzere dünya çapında 30 milyondan fazla kopya sattı.


Iron Butterfly ilk olarak 1971'de dördüncü albümleri Metamorphosis'in yayınlanmasının ardından dağıldı . Grup 1974'te yeniden kurulduğunda, önceki kadrodan sadece Bushy kaldı.   Iron Butterfly, 1975'te Scorching Beauty ve Sun adlı iki LP yayınladı.   


Yeni albümler kaydetmese de, grup onlarca yıl boyunca aralıksız turlara devam etti. Bushy grupta güvenilir bir varlıktı ve grubun canlı şovlarında sürekli olarak davulları yönetiyordu. Sağlık sorunları sonunda Bushy'yi 2010'ların ortalarında yoldan çekilmeye zorladı, ancak davulcu hala ara sıra eski grubuyla konuk olarak sahneye çıktı.



 



27 Ağustos 2021 Cuma

Türk Rock'ının en güzel davulcusu Ayzer Danga'yı kaybettik



Bugün saat 15:00 sularında facebook'a bakacağım tuttu ve Taner (Öngür) Abi'nin sayfasında şu başlığı duyarak kötü haberi aldım:

"Ayzer Danga'yı kaybettik!

Başımız sağolsun."



Açıkcası rock devlerinin ölüm haberleri bana her daim beklenilmez ve şaşırtıcı gelir. Onlar  benim için hep hiç ölmeyecekler gibidir. Bu sefer ki haber de öyle geldi ve şaşırdım. Hani açık söylemek gerekirse yaş haddimiz yükseliyor ve benim de yaş haddim altmışlara dayandı, yani yaşamın sonuna geliyoruz, ister istemez. Ama Ayzer Danga ne yaştan ne de bir hastalıktan müzdaripti. Yaşadığımız şu koronavirüs salgınında hayata veda etti. Ağustos ayının başında bu salgın hastalık ona da musallat olmuştu. 

O ilk dinlediğimiz plaklardan isminden önce tınıları beynimize erken yaşlarda kazınan insanlardan biriydi, Ayzer Danga. Benim müzik serüvenimde Cem Karaca adına dinlediğim ilk plakta o vardı ve beynime öyle bir işlenmişti ki yarım asır sonra bile çıkmayacaktı. 



1970'li yılların başı ve yaşım henüz 10 hadi bilemedin olsun 12 ve  bir 45 devirli plakta Cem Karaca ve Moğollar'dan "Obur Dünya"yı dinliyorum. İşte böylece aklıma isminden önce yerleşmiş Ayzer Danga baterisi. Oysa ondan önce ve sonra da bol bol o bagetler kulağıma yer edecekti. O dönemde plak kapaklarına müzisyenlerin ismini yazmayan plak şirketleri utansın ama biz bir şekilde Ayzer Danga ismini bilecektik. 

Şimdi ölüm haberini verirken,  "Moğollar'ın eski davulcusu Ayzer Danga koronavirüs sebebiyle hayatını kaybetti." diyoruz, ama onun bulunduğu grupları şöyle bir saymaya başlasak Türk Rock tarihi tekmili birden çıkar : Mavi Işıklar, Moğollar, Cem Karaca, Erkin Koray, Selda Bağcan ve Edip Akbayram şimdi kısaca ilk aklıma gelenler. 



13 Şubat 1947'de İstanbul'da doğan Ayzer Danga,  müziğe ilk olarak  Siyah Örümcekler grubuyla başladı. Kurucusu olduğu bu gruptan sonra  Mavi Işıklar’la da çalışan Danga vatani görevinin ardından Moğollar’a girmişti. Cem Karaca’yla ortak müzik yapıldığı dönemde gruptan ayrılıp Kardaşlar’a katılmış, Edip Akbayram Dostlar’da da çalmıştı. Ayrıca, bir dönem Erkin Koray'la müzik yapmış, Kerem Güney’le çalışan Güneşin Sofrası ile Zorbeyler gruplarında yer almış, yerli rock tarihine sağlam tekniği olan davulculardan biri olarak geçmişti. (*) 

Ayzer Danga'yı ,  27 Ağustos 2021, Cuma günü  kaybettik. Ancak değişmeyen bir gerçek var ki onun bagetleri bizden sonraki nesillerde de tınlayacak. Yazının sonunda 1974 yılı TRT kaydında bir görüntüyle noktalayacağım. Bendeniz 12 yaşındayım ve siyah beyaz televizyonda onun suretini ilk kez görecektim ve inanılmaz bir duyguydu. Son not olarak da demeden edemeyeceğim; trio yani üçlü gruplar benim için ayrı bir öneme haizdir ve Ayzer Danga da trio tarzı rock gruplarının en has elemanıydı. 

Aptulika

(*) https://sinemamuzik.com/detay/ayzer-danga-davul

 

 


24 Ağustos 2021 Salı

Rolling Stones'un caz hali ebediyete ulaştı.



Rolling Stones'un davulcusu Charlie Watts 24 Ağustos 2021 salı günü erken saatlerde Londra'da hastanede hayata veda etti. 

1941 yılında Londra'da doğan Watts, Brian Jones, Mick Jagger ve Keith Richards'dan oluşan Rolling Stones'a 1963 yılında katılmıştı.

Rock'n Roll'un ve İngiliz Blues'unun efsanevi grubu Rolling Stones'un en caz kokulu davulcusu Charlie Watts ile ilgili öyle yazılacak şey vardı ki ama ölümlere yetişemiyoruz. O ne ara 80 yaşına geldi? Zaman o kadar geçti mi. Galiba biz de yaşlanıyoruz. Demek ki denilecek şeyleri çabuk yazmalı ve söylemeliyiz. 

Charlie Aga önemli bir abiydi. Onunla ilgili yazılacak ve anlatılacak çok şey vardı, ama bir sonraki yazıya derken ölüm haberi geldi. 

Charlie Watts ile ilgili nice şey yazabilirdim ama ölüm haberini verirken aklıma ilk gelen parça "Start Me Up" oldu ve paylaşayım dedim. 

Huzur içinde uyu Charlie Aga. 

 


19 Ağustos 2021 Perşembe

Günlük Değil, GÜNDELİK 0008



 Tenor saksafonda 20 yıldır en sevdiğim  caz fusion müzisyeni Michael Brecker'in 1980'lerin caz rock grubu Steps Ahead'ın elemanı olduğunu yeni öğren. Bu da 60 yıllık dünyalı ve 50 yıllık müzik dinleyen bana kapak olsun. 

19 Ağustos 2021

saat 10:27



18 Ağustos 2021 Çarşamba

Günlük Değil, GÜNDELİK 0007



İki hafta önce pazartesi gününden bu yana 128 sayfalık bir kitabın anca 71. sayfasına gelebildim. Bu kitabın zor anlaşılabilirliğinden ya da sıkıcılığından değil tam tersine zevkliliğinden.  Orhan Kahyaoğlu'nun yeni çıkan ve Tunuslu müzisyen Anouar Brahem'i incelediği kitabı "Duru Derin Çıplak"ı okurken bir yandan da albümleri dinliyorum. İki günde bazen bir albümü dinliyorken iki sayfa falan anca okuyorum. Düne kadar sanatçının 5 albümünü dinledim. Tunus müziğini çağdaş bir yorumla sunan ve Doğu enstrümanı udu bir  caza taşıyan Brahem'in 6. albümü "Astrakan Cafe" (2000) ye geldiğimde ise açıkcası biraz sevmemeye başlamıştım. O beş albümdeki cazvari esintiler geri plana gitmişti. Dün albüme ilk adımımı attığımda  bu duygu içindeyken, şimdi bir yandan kitap bir yandan da albümü dinleyerek biraz daha ısındım. Bu albümle ilgili Orhan Kahyaoğlu, "İran, Türkistan, Kafkasya, Çeçenistan, Türkmenistan ve Tanzanya coğrafyalarının müzikal kaynaklarına dokunarak; bu coğrafyaların müzik birikiminden hareketle ortaya kendine özgü, kişisel kompozisyonlar çıkarmıştır." diyor. 

Kitapta bu albümü analizi yapan Kahyaoğlu, "İyi gözlenirse, İslam müzik ve kültürü içinde bir yol arayışıdır bu." dedikten sonra, "Albümün bazı kompozisyonlarında Arap - Osmanlı geleneğini, müzik modlarını inceleyen, deneyen bir tavır vardır... Albümde Hint müziğine kadar uzanan beklenmedik ezgi ve ritimlere rastlanır..." vurgusunu yapıyor. 

Astrakan Cafe albümündeki parçaların isimlerine baktığımızda da bu geniş Orta Doğu ve Asya coğrafyasını görüyoruz. Türkmenistan'ın başkenti "Ashakabad", "Khotan" adlı Brahem bestesinde Çin'e bağlı Türkistan bölgesi, "Karakoam" bestesi Türkmenistan'da bir çöl, "Astara" parçası da İran sınırında bir Azerbaycan kenti, "Dar Es Salam" ise bir Tanzanya kenti, "Mozdok's Train" parçası Rusya'nın Kuzey Kafkasya Federal Bölgesi'nde önemli bir tarihi kalesi olan bir kent olan Mozdok'a yapılan bir tren yolculuğu. 

Orta Doğu coğrafyası sadece kent isimleriyle yansımakla kalmıyor albümdeki bir parçada da Brahem "Çingene Kokusu"nu , Roman müziğinin ruhunu yansıtır. Şimdi Kahyaoğlu'nun "Parfum de Gitane " isimli parçayla ilgili vurgusuna kulak verelim: " Türkiyeli bir Roman olan Erköse'nin bu besteye apayrı incelikler taşıdığı izlenir." Anouar Brahem'in "Astrakan Cafe" albümünde klarinet ustamız Barbaros Erköse de tam tekmil yer alıyor. 

Hem kitabı okurken hem de Tunuslu müzisyen Udi Anouar Brahem'i dinlerken, kaynayan kazana dönen Orta Doğu aklıma geliyor ve üzülüyorum. Keşke müziğe ve tabi Anouar Brahem gibi çağdaş beyinlerden gelen tınıya kulak verebilsek.

18 Ağustos 2021

saat  23:14

17 Ağustos 2021 Salı

Günlük Değil, GÜNDELİK 0006


 

Bu sabah kendime bir açılış parçası yapayım dedim ve hemen Spotify'nin yaptığı haftalık çalma listeme baktım. Elim hemen Cream'den Stormy Monday parçasına gidiverdi. Bir yandan da bu T-Bone Walker'ın blues klasiğini yapmışlar mıydı?... diye bir düşünce de kafama eşlik ediverdi. Sonra bir baktım ki bu parça grubun 2005 tarihli 'yeniden dönüş' konserlerinde Royal Albert Hall'de seslendirilmiş.

The Cream denilince herkesin aklına Eric Clapton gelir ama benim için öncelik davulcu Ginger Baker ve basçı Jack Bruce olarak gelir. Açıkcası Eric Clapton'a solo çalışmalarında hiç ısınamamışımdır. Yardbirds, The Cream gibi gruplarda güzel gider ama beni alıp götürmez. Buna karşın sadece bir solo albümü ayrıcalıklıdır ve en sevdiğimdir. Bu 1994 tarihli "From The Cradle" albümüdür, ki baştan sona vazgeçemediğimdir. Orada blues klasiklerini yorumlayan Eric Clapton başka bir şey olur. 

Sözün özü Eric Clapton blues'ın en klasik ve köklere dayanan yorumunda harika bir şey oluyor. T-Walker klasiği "Stormy Monday"in The Cream yorumunda Eric Clapton gene başka bir şey oldu benim için. The Cream zaten vazgeçilmezim ama Eric Clapton blues ile başka güzel oluyor. 

Gün başlıyor!

18 Ağustos 2021

saat  09:43

Günlük Değil, GÜNDELİK 0005



 Öğle saatlerinde Kuzguncuk Sahaf'ta Gülçin Orgun ile buluşmamı anlatmıştım. Akşam eve geldiğimde facebook'a baktığımda bir yıl önceki bir resmi görecektim. Bundan bir yıl önce bugün caz müzisyeni dostum Ozan Muşluoğlu buluşmuştuk. 

17 Ağustos 2021

saat: 23:40

Günlük Değil, GÜNDELİK 0004



 Pandemi döneminde hayatımda bir değişiklik oldu ve Kuzguncuk Sahaf'ta çalışmaya başladım. Hani ilk gençliğimde, "emekli olduğumda bir kırtasiyeci dükkanı açma" hayalim vardı; her ne kadar emekli olmasam da hayali böylesine gerçekleştirmiş oldum. Siz ismin sahaf olduğuna bakmayın hani, Kuzguncuk Sahaf'ın sahibi eski kitapları internetten sunuyor, dükkanda daha çok yeni kitap bulunmakta. 

Kuzguncuk Sahaf'ta takılmam bir yılı aştı sanırım ama hayatım renklendi diyebilirim. Uzun zamandır görüşemediğim dostlarımla bu dükkan sayesinde görüşebiliyorum. Bugün öğle saatlerinde dükkana Açık Radyo'nun değerli programcısı Gülçin Orgun geldi. 

Kırtasiye, sahaf ya da kitapçı ne derseniz deyin, benim hayalim gerçek olduğu gibi diğer bir güzel yanı da uzun zamandır göremeyeceğim dostları daha sık görüyorum. Her şey iyi de Gülçin ile bir hatıra fotografı çektiremediğim için bir yıl önceki radyo programındaki görüntümüzü görsele koydum. Artık hatıra fotografı bir sonraki buluşmaya kaldı. 

17 Ağustos 2021

saat : 13:42

15 Ağustos 2021 Pazar

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 180



Selçuk Altun
 "Kitap İçin 4"
İş Bankası Yayınları
  (1. Basım: Temmuz 2021)


Romanlarıyla tanıdığımız Selçuk Altun'un dergilerde yer alan yazılarının toplandığı kitaplardan dördüncüsü, Temmuz ayının sonunda çıktı. Yazarın 2004'ten bu yana süren aylık yazılarını ben ancak geçen yıl farketmiştim. Kafa dergisinde iki sefer rast geldiğimde açıkcası pek ilgimi çekmemişti. Birbirinde ayrı yazılar, anektodların sıralandığı bir sayfalık yazılar bana çekici gelmemişti. Ben aforizma adı verilen seçkileri de pek sevmem, bu nedenle de Selçuk Altun'un dergilerde çıkan yazıları yerine romanlarını bir solukta okumayı daha tercih ediyordum. 
İki hafta önce Selçuk Bey adıma imzalanmış bu kitapla gelince dergilerde es geçtiğim yazıları toplu halde okuyup açığımı kapatacaktım. Selçuk Altun kitaplarını ilk okumamdan bu yana bir hayli merak sarmıştım. Daha sonrasında da aynı semtte oturduğumuz için tanıştık. Açıkcası bundan da çok memnunum. Yazarın benim için ayrıcalığı resim ve heykelden çok iyi anlaması ve de tabi karikatüre çok önem vermesi. Dolayısıyla her karşılaştığımızda sohbet edebiliyoruz. Hatta bu yeni çıkan "Kitap İçin 4"ün kapağında yer alan Gürbüz Doğan Ekşioğlu illüstrasyonunun özgün baskı orijinalini  iki yıl önce sergiden satın aldığında da üzerinde konuşmuştuk. Şimdi o eser yeni çıkan kitabın kapağı olmuş ve bu da benim şahit olmam açısından da heyecan verici oldu.
Selçuk Altun'un 2004'ten bu yana süren aylık yazılarından 2013 ile 2015 arasında Cumhuriyet Kitap Eki'nde olanlar bu yeni kitaba girmiş. Dergilerde bir sayfayı tutan bu yazılarda, aforizma, alıntı, anı, eleştiri, gözlem, haber, ironi, günlük, nükte, polemik, tepki, yanıt gibi kısa anektodlar birbiri ardına akıyor. Daha önce de dediğim gibi dergilerde bu yazılar, kopuk kopuk diye pek ilgimi çekmezdi. Eh şimdi bunlar 400 sayfalık bir kitapta karşımdaydı. İtiraf etmeliyim ki, biraz okuyup, bırakıp devamını getirmeyeceğimi sanıyordum. Geçen pazartesi günü kitabı elime aldım, çarşamba günü bitmişti. Kitap bitti bitmesine hala bazı bölümleri alıp tekrar okuyorum. Bunun uzun bir zaman sonra da süreceğine eminim. Hani sevdiğiniz bir müzik albümünden ara sıra tek parça dinlemeniz gibi. 
Eğer tatildeyseniz "Kitap İçin"i okumak daha da keyifli olacak derim. Yazılar birbirinden alakasız, oradan oraya atlıyormuş gibi olsa da kitabı bitirdiğinizde kendinizi dopdolu hissediyorsunuz. Bu yolculuk burada bitmiyor, o kısa yazılardaki bazı noktalarda sizi başka alanlara keşif yapmak için çekiyor. 

Aptulika

14 Ağustos 2021 Cumartesi

Bruce Dickinson korona virüse yakalandığını açıkladı.



Iron Maiden’ın usta vokalisti Bruce Dickinson  korona virüsüne yakalandığını açıkladı.  Dickinson, Rolling Stone için yaptığı röportajda, iki aşısını da olmasına karşın Covid-19 test sonucunun pozitif çıktığını belirtti.

 Nezle belirtileri sonrasında, ilk önce grip olduğunu sanan 63 yaşındaki vokalist, bir süre sonra test yaptırmaya karar verdi.  Covid - 19 testi yaptırdığını ifade eden Dickinson, “Aşı yaptırmamış olsaydım, durumum zor ve başım ciddi anlamda belada olacaktı, bundan hiç şüphem yok" diyerek durumunu özetledi. Neyse ki şarkıcının semptomları hafifti ve bu da aşı sayesindeydi. 

 Konserlere gitmek isteyenlere aşı şartı konulması üzerine Dickinson, aşının konserler için değil sağlık için bir gereklilik olduğunun vurgulanması gerektiğini söyledi.  “Şunu aklımızdan çıkarmamalıyız ki, iki aşınızı yaptırmış olsanız bile Covid-19 kapabilir ve aşılanmamış başka insanlara virüsü bulaştırabilirsiniz. Bu dünyada insanları hayatından eden kanser, obetize, sıtma gibi birçok şey var. Yani bir noktada, bununla yaşamak zorunda kalabiliriz. Ve eğer bununla yaşayacaksak, o zaman aşınızı yaptırmanız gerekir.”  diyerek sözlerini tamamladı. 

12 Ağustos 2021 Perşembe

Günlük Değil, GÜNDELİK 0003



 Pazartesi günü haftaya iki kitapla başladım. Bunlardan birini sabah okuyordum diğerini de gece saat 10'dan sonra. Sabah okuduğum kitap 300 sayfaydı ve Perşembe sabahı bitti. Gece okuduğum kitap 120 sayfa ama hala okumaya devam ediyorum ve şu anda 50. sayfadayım. Kalın bir kitap bitiyor da ona göre üçte biri olan kitabı okumak neden bu kadar uzun sürüyor? 

Evet kitap 120 sayfalık ama ona eşlik eden müzik albümleri var. Her gece oturuyor, bir yandan okuyor, bir yandan not alıyorum ve bir yandan da dinliyorum. Acayip bir keyf, serüven ve keşif. 

Bu yılın Mayıs ayının sonunda çıkan Orhan Kahyaoğlu'nun "Duru Derin Çıplak" başlığında kaleme aldığı Anouar Brahem müziği hakkındaki kitabını okumaktayım. Bu kitap müzik ve yazarlığı üzerine nice özlemlerimi dindirdi. Öyle özlemişim ki böyle şeyleri. 

Apt.

13 Ağustos 2021

Saat : 01:32

Günlük Değil, GÜNDELİK 0002



 Zengin Olsaydım

Hani şu anda büyük bir para gelse, ilk yapacağım ne olurdu? Derseniz...Demeseniz de açıklayacağım. 

İlk olarak New York'a gider ve Sting'i bulurdum. Ona hemen, "The Police grubunu toplayacaksın!" derim. Paraysa para der ve anlaşma imzalarım. Maddeler şöyle:

1- Öncelikle New York'tan Londra'ya taşınıp, derhal muhtardan ikametgah senedi alacaksın.

2- Grubu bir şekilde bir araya getir. Davulda mutlaka Stewart Copeland olacak ona göre. 

3- Provalar başlayın ve repertuarda tam tekmil "Synchronicity" albümündeki parçalar eksiksiz olmalı.

4- Büyük bir dünya turnesi olacak ama turne İstanbul'dan başlayacak. Stadyum konseri haricinde Cemal Reşit Rey gibi kapalı bir salonda da ( koltukta oturma vaziyetinde ) konser verilecek. Bu kapalı salon konserleri mutlaka matine suare vaziyetinde olacak. Kapalı salon konserlerinden biri de Kadıköy Süreyya salonunda olacak ve konsere biletle değil sınavla girilecek ve en fazla 50 kişi olacak. Benle birlikte 50+1 kişi konsere dinleyici olarak katılacak. Katılan herkes konserin kritiğini yazacak.  Yazılan her kritik için yüklüce bir telif verilecek.Konseri izleyenlerin video ve zırt vırt fotoğraf çekmesi yasak...ama isterlerse konserin görüntülerini bir resim kağıdına desen olarak çizebilirler. Konserin fotoğraflarını çekecek basın mensupları olabilir. Eğer olmazsa özel bir sınavla seçilecek 5 fotoğraf sanatçısı olabilir. (hatta basın mensubunu siliyorum fotoğraf sanatçısı olmalı. 

5- Turnenin New York ayağında ise Sting konserin sonunda enstrümansız 5 kere "Roxanne" diye bağıracak sonra bu parça ile konser bitecek. Burada konser için Roxanne bulunacak ve konseri yüksek bir mevkiden özel yapılmış tahtan izleyecek. Konserden gelen gelirle Roxanne adına bir kadın sığınma evi yapılacak. 

6- New York konserinden hem önce hem de sonra Sting ,  bir kağıda "Bir İngiliz New York'ta değil artık." diye 100 kere yazacak. 

7- Konserin İngiltere ayağında Tate Modern Sanatlar müzesi gezilecek. Bu gezintide The Police elemanları tam tekmil mutlaka olacak. 

8- Turnenin bitiminden sonra herkes yoluna gidecek ve dağılacağız. Kalan para olursa The Police elemanlarıyla mükellef bir sofrada içeceğiz ama dansöz olmayacak (Bu özellikle Sting'e teyit ettirilecek.) 

Bu kadar.

Apt.

12 Ağustos 2021

Saat: 17:32


Günlük Değil, GÜNDELİK 0001

 


Öğlen vakti, semtimin en kıymetli (esnaf lokantası sıcaklığındaki) lokantası Görele'ye ne yemekler var  bakayım diye gitmiştim. Bugüne özel olarak biber dolması ayrıcalıklı duruyordu ama benim ilgimi pek çekmedi. Çorba içebilirdim ama sıcaktan dolayı ondan da vazgeçtim. Tam oradan ayrılacaktım ki yandaki profitrolcüde derinden bir Genesis çalıyordu. Hem de 80'lerin döneminden. O dönemde Genesis'e ne kızardık, dönemin modasına uydu ve progresif çizgisinden caydı diye. Şimdi yeniden duyunca davulcu ve vokalist Phil Collins ilgim depreşiverecekti. Oysa o 80'lerdeki bozulma ve popa kayışın asıl mimarı da o gibiydi. Şimdi ise o pop dönemi de dahil ( davulu bırakmış solo olarak) bir özlem ki, sormayın gitsin hani.

30 yıl önce bana, "Kafana göre 20 parçalık bir kaset hazırla" deseler, arasında Nirvana bile olurdu ama Phil Collins'li hiç bir şey olmazdı. Son iki üç yıldır ise bir Phil Collins dinleme aşkı sardı ki, sormayın gitsin hani. 

Keşke o gördüğüm Brand X plağını kaçırmasaydım hani. Brand X de ne derseniz? Phil Collins'in de yer aldığı 1970'lerin caz rock (fusion) grubu. Genesis'in bir yan projesi gibi olan bu grubu iyiki zamanında dinlememişim. Şimdi tam da Collins merakım depreşmişken bu kaybım iyi oldu. Brand X dinlemenin tam zamanı. 

Aptulika

12 Ağustos 2021

Saat : 13. 19

10 Ağustos 2021 Salı

Orhan Kahyaoğlu'nun kaleminden Anouar Brahem'in müziği



Orhan Kahyaoğlu "Duru Derin Çıplak"isimli  kitabında Tunuslu udi Anouar Brahem'i anlatıyor. Seksenli yıllardan bu yana  müziği sadece yazılan üzerinden değil, arkasındaki hikâye ve sosyo-kültürel bağlarıyla anlamayı ve anlatmayı seven Orhan Kahyaoğlu, Türkiye ve dünyada bir ilke imza atarak Anour Brahem ve müziği üzerine 128 sayfalık etkileyici bir kitap kaleme aldı.  



1986 yılının Mart ayında çıkan Stüdyo İmge dergisini o zamandan bu yana elimden hiç düşürmedim desem yalan olmaz hani. Bu tamamen gerçek ve sözümde de en ufak bir abartı yok. Bu dergide yer alan, "Geçmiş Zaman Ozanları" adındaki yazı Jethro Tull hakkında okuduğum ilk ve en kapsamlı yazıydı. (1) Öyle ki her edindiğim Jethro Tull plağını dinlerken bu yazıyı açar izini sürerdim. Bu yazıyı kaleme alan Orhan Kahyaoğlu'ydu. Daha sonraki yıllarda Jethro Tull ile ilgili daha hacimli bir kitap çıkaracaktı ve bu benim için kapsamlı bir rehber olacaktı. Kahyaoğlu'nu daha sonra da Bülent Ortaçgil kitabıyla görecektik. (2) Müzik yazarlığı diye tanımlanan alanın belki de en hakedeni oydu ama onun ismini ortalıkta pek görmezdiniz. Bu belki de Kahyaoğlu'nun meziyetlerinin çokluğundan da kaynaklanmış olabilir. Zira o sadece müzik üzerine kalem oynatmakla kalan biri değil, aynı zamanda şair, deneme yazarı ve külliyen bir edebiyatçı idi. Bu kadar çok liyakat sahibi biri bizim ülkede elbetteki pek dikkati çekmez. Ama önerim, siz siz olun Orhan Kahyaoğlu imzalı bir kitabı ya da yazıyı bulduğunuzda kaçırmayın derim. Hele ki söz konusu müzik ise onun yaptığı araştırmaları es geçmek kayıp ötesi kayıptır.  

Temmuz ayında çıkan bir kitap beni Orhan Kahyaoğlu ile yeniden buluşturdu. Yayınevi tarafından gönderilen bu kitap, "Duru Derin Çıplak" ismini taşıyordu. Bu Tunuslu müzisyen Anouar Brahem üzerine yapılmış bir incelemeydi. Benim ayıbım olacak ama Brahem müziğinden bi haberdim. Böyle olunca da hemen Anaour Brahem albümlerini toparlayıp dinlemeye başladım. Bu serüvende de yalnız değildim ve Orhan Kahyaoğlu'nun kitabı bana eşlik edecekti. Tıpkı bundan 35 yıl öncesi olduğu gibi. O zamanlar sevdiğim Jethro Tull grubunun izlerini Kahyaoğlu yazısıyla sürüyordum, şimdi ise müziği ile daha önce tanışmadığım Anaouar Brahem'e kapı açacaktı. 

  Orhan Kahyaoğlu, Türkiye ve dünyada bir ilke imza atarak Anour Brahem ve müziği üzerine 128 sayfalık etkileyici bir kitap kaleme aldı.

Tunuslu müzisyen Brahem Ulusal Müzik Konservatuvarı'nda aldığı uzun soluklu ud eğitimiyle klasik Arap müziğinde yetkinleşirken, dünya üzerindeki çağdaş müziklere de kapısını açık tutmuştu. Orhan Kahyaoğlu, Anouar Brahem'in müziğini,  bazen eklektik ama aslında bir tür fusion müziğine denk gelen kompozisyonlara ulaştığını belirtiyor. Sanatçı oluşturduğu  'sound' ile bir Doğu enstrümanı olan udu caza ve çağdaş müziğe taşıyor. Ancak bunu yaparken de "World Music" oyununa gelmekten uzak durarak nevi şahsına münhasır bir çağdaşlığa ulaşabiliyor. 

Brahem'in asıl hedefi müzikte çok kültürlülük olurken, Ortadoğu Arap klasik, etnik ve folklorik kaynaklarıyla farklı modern caz eğilimleri ve özellikle de Avrupa cazı ile buluşuyor. Sanatçı "değişmeyen gelenekler ölmeye mahkumdur " fikrinden hareket ederek uda yeni bir yorum tarzı getirebiliyor. Orhan Kahyaoğlu "Duru Derin Çıplak" isimli kitabında "çöl kültürünün de etkisiyle gelişen ıssızlık duygusunun ud ile acı ve hüzünle karışık mükemmel yansıtılışını dinleriz" diyerek Anouar Brahem'in müziğini anlatıyor. 

Orhan Kahyaoğlu'nun müzik yazarlığında en kıymetli bulduğum yanı, müzisyeni en önce ürettiği eserleri analiz ederek anlatmasıdır. Öyle ki onun yazılarını okurken elinizde olmadan o albümleri baştan sona dinlemek zorunda olursunuz. Bütün dikkatiniz üretilen yapıta gelirken müzisyenin fiziki ve içtimai yanı yok olur.  Peki bir müzik yazarı o sanatçının bulunduğu toplumsal yanını göz ardı etmesi doğru mudur?  Elbetteki böyle bir şey olamaz. Kahyaoğlu o albümü müzikal olarak analiz ederken gene yapıtı baz alarak sanatçının toplumsal duruşunu ve yaşam algısını da bizlere sunar. Bu özelliği ile Orhan Kahyaoğlu'nun müzik yazarlığını değerli bulurum ve keyif alırım. Bütün bunlara ek olarak onun gerçek anlamda  ve nesli tükenmiş bir müzik yazarı olduğunu düşünürüm. Kahyaoğlu bana güre hiç bir zaman albüm infosu ya da basın bülteni yazamaz, bu yüzden de kelimenin tam anlamıyla müzik analizi yapan bir yazardır. 

Yort Yayınlarından çıkan yeni Orhan Kahyaoğlu kitabı "Duru Derin Çıplak" kitabıyla Anouar Brahem müziğine kapsamlı bir bakış yakalarken, diğer yandan da Kahyaoğlu'nun müzik yazarlığının ve analizlerinin tadına varacağız.  Müzik yazarlığının nasıl bir şey olduğunu anlamak için bu yeni kitap bizim için bir şans olsa gerek.  

 Aptulika


(1) https://bluesperisan.blogspot.com/2021/02/bir-dergi-35-yldr-okunur-mu.html


(2) Orhan Kahyaoğlu'nun yazdığı kitaplar:

Pink Floyd (Sinan Güler’le, 1984)

Jethro Tull (1991)

Bülent Ortaçgil: Ayrı Düşmüşüz Yan Yana (2002),

Caz ve Ötesi (2003),

And Dağlarından Anadolu’ya Devrimci Müzik Geleneği - Grup Yorum (2003),

Caz’dan Pop’a (2010),

Grup Yorum: 25 Yıl Hiç Durmadan (2010). 


  

5 Ağustos 2021 Perşembe

"Çok Özleneceksin Amigo"



Eski zamanlarda daha hayatımızda internetin olmadığı yıllarda Wikipedia yerine yurtdışından getirtilen rock guide'leri vardı. Bunlarda A'dan Z'ye rock gruplarının biyografi ve diskografileri sırasıyla yer alırdı. İşte onların hepsinin sonunda da mutlaka  ZZ Top olurdu. Bu sadece rock ile ilgili olanlarda değil pop ya da başka müzik türleri de katılmış olduğunda bile bu durum hiç ama hiç değişmezdi. Bu adın en harika grup ismi olduğunu düşünmüşümdür.  

Grubun isim babası gitarist Gibbons, sevdiği iki bluesçu olan BB King ve ZZ Hill'in isimlerinden hareket ederek işe başlamış ve ilk olarak ZZ King adını bulmuş ama daha sonra bunun telaffuz edilişiyle direkt BB King'i akla getireceğinden vazgeçmiş. En sonunda da ZZ Top yaparak bu isimde BB King'i "Zirve"ye taşıyarak anmaya karar vermişler. Böylece grup rock tarihi içinde bütün grupların arasında en sonda yer almış ama bir o kadar da akılda kalıcı hale gelmiş. 

ZZ Top'ın ayrıcalığı sadece isimden kaynaklanmıyor. Herkesin uzun saçlarla yer aldığı. rock'n roll aleminde onlar sakal uzunluğu ile de farklılık yaratmışlar. İlk başlarda insanlar onları sakalsız halde görseler de ilk albümden sonra uzun sakalları elli yıl boyunca hiç değişmemiş. Bir yanda Dusty diğer yanda Bill uzun sakalları, güneş gözlükleri ve şapkalarıyla yer alırken ortada duran davulcu Beard is onların tersine sakalsız ve kısa saçlı olarak farklılık oluşturacaktı. Açıkcası bu düzen de tam 50 yıl hiç bozulmadı. 

Geçen elli yıllık sürede onların değişmeyen tek şeyi görüntüleri miydi? Müzik sahnesi içindeki efsane grupların bile kadroları zaman içinde değişmiştir ama ZZ Top kadrosu elli yıldır hep aynı kalmıştır. Müzikleri içinde blues esas olsa da çeşitli zamanlarda heavy'den Küba müziğine kadar bir çok tarzı bünyesine katsa da imza hep ZZ Top olmuştur. 

Hem alfabenin son harfini iki defa yazıp, listenin en sonunda yer alarak önde olmak. Hani bu durum bir anlamda grubun müzikal duruşunu da sergiler gibidir. Bir rock triosundan çok dağ köylüsü hadi bilemedin ormancı görüntüleriyle country folk arası bir müzik yapar izlemini veren grup, isimlerindeki gibi alfabenin son harfinden yarışa girmelerine rağmen 1980'lerdeki değişim rüzgarlarında rengarenk hard'n heavy gruplarının arasından bir güzel sıyrılıverir. O dönem geçtiğinde de onları gene rock gruplarının en akılda kalıcısı olarak buluruz. Müzik tarzlarında her daim köklere sıkı sıkıya bağlı blues geleneğinden beslenen ZZ Top, bu konuda tavizsiz bir yapı gösterir. Taviz vermez ama bu yeniliklere kalın duvarlar örmek değildir. O an gündemde ne varsa bu müzikal yapılarına rahatlıkla girer. Başka gruplarda bu yapıldığında verilen taviz göze batarken, hatta sırıtırken (bir çok grup içinde yıkıma yol açarken) ZZ Top da bu asla söz konusu olmaz ve ZZ Top müziği bünyesinde bir imza olarak kendini korur. 

2015 yılında grubun gitaristi ve vokalisti Billy Gibbons "Perfectamundo" ile karşımıza çıkacaktı. Ardından bunu "The Big Bad Blues" takip edecekti. Bu yılın bahar aylarında da en son "Hardware" albümünü çıkartacaktı. Biz her ne kadar bu üç albümü de ZZ Top tadında dinlesek de az biraz kıllanmıyor da değildik hani. Pandemi döneminin yasakları dünyada bitmeye başladığında turne programlarında ZZ Top ismini görünce, grubun devam ettiğini görüp sevinecektim. 

Bahar aylarında bu gelişmeler olurken konserlere hazırlanan ZZ Top'ı iki hafta önce New Lenox, Illinois'deki Village Commons'da verdikleri konserde belki de ilk kez Dusty Hill olmadan görecektik. Efsanevi  basçının bir kaza sonucu kalça kırığı yaşaması sebebiyle sahneye çıkamayacak ve yerine gitar teknisyeni Elwood Francis bas gitarı çalacaktı. Elli yıllık ZZ Top tarihinde ilk kez Dusty Hill olmadan sahneye çıkmışlardı. Billy ve Frank, bu durumu, “Hızlı bir iyileşmeyi ve onu hemen geri almayı bekliyoruz. Dusty'nin isteği üzerine gösteri devam etmeli!” diye özetleyeceklerdi. 

Ancak geçtiğimiz çarşamba günü gelen bir haberle Dusty Hill'in hayata veda ettiğini öğrenecektik. Elli yıl boyunca birbirinden kopmayan üçlüyü ölüm ayıracaktı. Bundan sonra ZZ Top olur mu? Bilemem ama bir şeyler fena halde eksik olacak gibi.

Dusty Hill öldüğünde 72 yaşındayken öldü ama bu da şaşırtıcıydı hani. Zira bundan 30 ya da 40 yıl önce de grubun iki sakallısı hep aynı yaşta gibiydiler. Onları 35 yaşlarındayken izlediğimizde de sanki 60 üstü gibiydiler. Şimdi Dusty 72 yaşındaydı ama sanki bize olsa olsa 40 yaşındaymış gibi geliyor. ZZ Top'ın müziği gibi: tanımlanamaz, kategorize edilemez, eskimez ve nevi şahsına mahsus. 

Dusty Hill'in ölüm haberinin ardından kalan iki ZZ Top elemanı onun için "Çok özleneceksin Amigo" demişlerdi. Bizde bu sözü yazının hem başına hem de sonuna koyalım dedik. 

Aptulika



28 Temmuz 2021 Çarşamba

ZZ Top'ın basçısı Dusty Hill hayata veda etti.

 


Blues rock'ın muhteşem üçlüsü ZZ Top'ın bas gitaristi ve vokalisti Dusty Hill salı (27 Temmuz 2021) günü gece saatlerinde, 72 yaşındayken öldü. 

ZZ Top grubunun hayatta kalan iki üyesi gitarist ve şarkıcı Billy Gibbons ile bateristi Frank Beart, “Bugün  Dusty Hill'in Houston'daki evinde uykusunda vefat ettiği haberinden dolayı üzgünüz” diyerek  haberi doğruladılar.


 19 Mayıs 1949'da Dallas'ta doğan Dusty Hill,  60'lı yılların sonunda   bazı yerel blues-rock gruplarında çalarak müziğe adım attı. Ardından davulcu Beard ile tanıştı. Bu ikili birlikte müzik yapmaya karar verdiler. 1969'da aralarına Gibbons da katılınca  ZZ Top kurulacaktı.   



17 Temmuz 2021 Cumartesi

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 179



Sabahattin Ali
 "Sırça Köşk"
İş Bankası Yayınları
 (2020)


Sabahattin Ali eserleri arasında "Sırça Köşk"ü okumamıştım ve onu da bir ay önce okudum. Bu kitabın en önemli özelliği yazarın son kitabı olması. 1947 yılında çıkan bu kitaptan sonra 1948 yılında da öldürülecekti. 
Yazarın bu son kitabı da 1947'de Remzi  Kitabevi'nden çıktığında ise hemen toplatılmış. 1966 yılında çıkan yeni baskısında da kitaba ismini veren öykü ne acıdır ki çıkarılmış. Ancak 2019 yılında tekmili birden yayımlanabilmiş. 13 öykü ve 4 masaldan oluşan bu kitap, Sabahattin Ali külliyatı içinde eksik bırakılamayacak kadar önemli diyebilirim. Kitapta yer alan öyküler yazarın otobiyografisinden kesitler taşıyor. Sinop Cezaevi'nde tanıdığı mahkumun başından geçenleri "Katil Osman" öyküsünde anlattığı gibi Rıfat Ilgaz'ın da emniyetteki sorgusu "Kurtla Kuzu" öyküsünde yansır. Kimi öykülerde o dönemin toplumsal kesitleri sınıfsal bir bakışla gerçekçi pencereden verilirken yer yer hüzün ve mizahi yaklaşımla da karşılaşıyoruz. 
Kitaba adını veren "Sırça Köşk" ise yazarı kaleme aldığı masallardan biri. Masal formunda yazılan bu eserle ilgili 1966'daki baskısında editör notunda şunları yazmışlar: 
"Bu ciltteki hikayeler Sabahattin Ali'nin 1947'de Remzi Kitabevi'nce yayınlanan Sırça Köşk adlı son kitabında çıkmıştır. Zamanın hükümetini kastettiği şeklinde yorumlanan 'Sırça Köşk' hikayesi yüzünden bu kitap, o zamanın kanunlarının verdiği hakla 'Heyet-i Vekile' kararıyla toplatılmıştı. Bugün başka bir imza ile yayınlansa en küçük bir sakınca dahi görülmeyecek kadar masum bir nitelikte de olsa, yazarın adının uyandırdığı alerjileri göz önünde tutarak, 'Sırça Köşk' hikayesini bu cilde koyamadık. Edebiyat  tarihimiz bakımından bir eksiklik sayılabilecek bu davranışımız için okurlarımızdan özür dileriz."

1940'ların baskılı döneminden yirmi yıl sonra bile yazarın isminden bazı çevreler "alerji" kapmasınlar diye sansür uygulanıp "Sırça Köşk" öyküsü çıkartılmış. Üstelik o zamanki iktidara muhalefet edenler daha sonra iktidara geldiğinde de bu sansür "alerji" de olsa sürüyormuş. Neyse ki şimdi yapılan baskılarda bu öykü var. 
"Sırça Köşk" Sabahattin Ali tarafından yazılmış bir masal. Genel alışkanlıkla masal denilince çocuklar için yazıldığı akla gelir. Ama kimi zaman da masal hem büyükler için hem de çocuklar içindir. Çaykovski'nin ünlü bale eseri "Fındıkkıran"ın bestecinin torunlarını oyalamak için bulduğu öyküden çıktığı düşünülürse. Oscar Wilde'ın "Mutlu Prens" ( Küçük Prens ile sakın ola karıştırmayın) adıyla çıkan masalları tam anlamıyla yetişkinler içindir ama çocuklara da hitap eder. Sabahattin Ali'nin "Sırça Köşk"ü de içeriğinde verdiği toplumsal eleştiri ile dikkat çektiği gibi, çocuklara okuduğunuzda da masal özelliğini kaybetmez. Bu şaşırtıcı özellik Sabahattin Ali ve Oscar Wilde gibi yazarların dahiliğini de ortaya koyuyor bence.  

O kahredici cinayetle öldürülmeseydi Sabahattin Ali bizlere çok daha fazla eserler verecekti ama elimizde kalan bu son yapıtı da gerçek anlamda kreşendo etkili bir finali oluşturmuş. 
Aptulika

15 Temmuz 2021 Perşembe

Cinderella'nın gitaristi Jeff Labar öldü


1980'li yılların unutulmaz hard'n heavy grubu Cinderella'nın gitaristi Jeff Labar 14 Temmuz 2021, çarşamba günü hayata veda etti. 

58 yaşında Nashville'deki evinde hayatını kaybeden gitaristin ölüm haberini oğlu sosyal medyadan duyurdu. 


Kimilerine göre "glam" kimilerine göre "hair rock" diye  isimlendirilerek burun kıvrılan 1980'lerin sonu ile 90'ların başındaki hard'n heavy grupları benim için hep ayrıcalıklı olmuştur. Onların makyajlı suratları, kuaför görmüş saçları ve şarkılarındaki eğlenceyi hedefleyen tavırları bir yana, rock'n roll ile buluşan yanı benim için her daim etkileyici gelmiştir. O kadar zaman geçti ve arada daha büyük harflerle işler yapıldıysa da bugün onlar hala aklımdadır. 

İşte onlardan biri de Cinderella idi. Müziklerindeki rock'n roll'un içinde bir de blues gizliden göz kırpardı ki, beni cezbetmemesi de imkansızdı. O günden bugüne onların hak ettikleri yerde olmadıklarını düşünürüm. 

Cinderelle ile ilgili elime her fırsat geçtiğinde yazıp çizmek isterim ama bu seferki ne yazık ki kötü bir haberle oldu. Cinderella’nın gitaristi Jeff Labar'ı geçtiğimiz çarşamba günü  58 yaşında kaybettik.   

Amerikalı hard rock ve heavy metal grubu Cinderella'ya 1985 yılında giren Labar,  grubun dört stüdyo albümünde yer aldı.  1986’da çıkan Night Songs ve 1988’de çıkan Long Cold Winter albümleri bir döneme damgasını vurduğu gibi,  üçer milyonluk albüm satışıyla da hatırı sayılır bir rekora imza atmıştı. 

1990'lı yıllara adım attığımızda ise Cinderella dağılacaktı.  1994’te çıkardıkları Still Climbing’den sonra bir daha albüm çıkarmadılar. Cinderella, son olarak 2014’teki ‘Monsters of Rock Cruise’ adlı konser etkinliğinde yer aldı. 

Oldukça yetenekli bir gitarist olan Jeff Labar ise  "One For The Road" adlı solo bir albüm çıkartarak bir nebze de olsa hasret gidermemizi sağlayacaktı. 

Nice isim geldi geçti ama bir dönemin Cinderella'sı ve o muhteşem gitaristi Jeff Labar unutulmazlardandı. En azından benim için öyle olarak kalacak. 

Aptulika