Sözümona "Gündelik" yazacaktık, ama gelin görün ki bundan önceki yazıyı 18 Eylül'de yazmışım. Ayıptır ve yazıktır, üstüne üstlük bir de tarih atmakla yetinmeyip, saati bile düşmüşüm. Durun bir dakika bununla kalsa iyi hani, bir de yazının başlığına sayı verip, sıfır sıfır bilmem kaç deyip not düşmüşüm, aklım sıra bin küsur yazı yazacağım sanki. Olmadı işte gene uzun bir ara verdim.
Uzun bir ara verdim vermesine ama sanmayın ki Gündelik yazıları olmadı... kafamın içinde bir tomar yazı oldu ama buraya dökemedim.
İşin özü uzun bir ara verdim. Bundan önce de değişik zamanlarda yazı yazmaya ara vermiştim ama bu sefer ki en uzunu oldu. Bu çoğu zaman bir küskünlük olsa da asıl neden bu blog işlerinde insan kendini bir kutunun içine sıkışmış gibi hissediyor. Kitap, dergi ya da gazete gibi basılı alanlarda yazıp, çizdiğinde bir yerlerde kalıyormuş gibi gelir ama bu kutunun içinde tıkılmışlık hissini çoğu kez atamıyorum. Elbette blog'da da birileri ürettiklerinizi takip ediyor ama insanlar ulaşamadığı hissini çoğu zaman aşamıyorum ve hemen küsüp ara veriyorum Hani örnekleme doğru olur mu? bilemem ama sanki bir ıssız adada sizi bulmaları için şişeye bir not yazıp, ağzını mantarla kapayıp, denize atmanız gibi geliyor, ister istemez.
Bunları yazmamdan kasıt, bir karamsarlık duygusu ya da teknolojiden umut kesmişlik değil. Sadece bu blog işlerinde uzun süredir içinden çıkamadığım bir kaç sorun var. Her neyse onları da bir ara sizlerle paylaşırım ama şimdi o konuya bir virgül koyalım ve bıraktığımız yerden devam edelim.
Tekrar Merhaba!
Bu geçen üç aylık sürede hiç bir şey yazıp, çizmedim mi... Tam tersine öyle çok yazı yazdım ve öyle çok çizdim ki... Bir ara onları da paylaşırım.
Sözün özü beni bomboş duran, bembeyaz kağıtlar rahatsız eder ve derhal onları, karalarsam (ya da boyarsam) rahat ederim. İşte o kağıt beyaz kalmayacak!
Aptulika
Daha fazla karalama gerek bence
YanıtlaSil