Sayfalar

12 Aralık 2020 Cumartesi

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 155



Fyodor Dostoyevski
 " Öyküler"
Koridor Yayıncılık
Çeviri: Furkan Özkan
 (2020)

Klasikler denildi mi akla hemen Rus edebiyatı gelir ve onu takiben de, hiç düşünmeden, teklifsizce hep bir ağızdan: "Dostoyevski" denilir. Kalın ve cilt cilt kitaplarla okumasak da biliriz bu ismi. Çoğumuz çocukluğumuzda özet hale getirilmiş üzerine "Çocuk Kitapları" ibaresiyle sunulmuş halde okumuşuzdur ya da film, çizgi roman gibi uyarlamalarıyla fikir sahibiyizdir. Klasikler konusunda yakın zamanda bir arkadaşım söyle bir tespitte bulunmuştu, "Tolstoy'un Anna Karenina'sını hiç okumadım" dedikten sonra da, "Artık bundan sonra da okuyamam... çünkü yok filmiydi yok uyarlamalarıydı öyküsü neredeyse kulaktan dolma vaziyetinde öyle yığıldı ki, okusam da keyfi kalmayacak." diyerek devam etmişti. 

Bizim kuşak için durumun özeti aynen bu şekildedir. Hani o ilkokul yıllarımızda klasikleri bize özet haline getirerek ( yani daha incelterek) sundukları "Çocuk Kitapları" vardı ya ilk darbeyi onlardan yedik en başında.  Örneğin hep karşımıza çocuk yazarı diye çıkartılan Charles Dickens vardır ya, (bu tanımı hangi aklı evvel yapmışsa aklına şaşarım) işte onun "İki Şehrin Hikayesi"ni özet haline getirsen ne olacak. Bu romanı ben 50 yaşına doğru okudum, 10 yaşında okumam için devrim hakkında bilincim olmalıydı. Hoş o konulardan haberim olduğunda da artık o esere "çocuk işi" diye el sürmeyecektim. Olayın garipliği bize sayfa sayısını azaltarak, çocuk kitabı diye ilkokul çağlarında sunanlar, üç, dört yıl bekleseler biz zaten onları asıl halleriyle okuyacaktık. Ben o dönemlerde 13 yaşıma geldiğimde politik konularda naifte olsa fikir sahibi olmaya başlamıştım, 15 yaşında da zaten karar vermiştim (1970'li yıllar). Yani 15 ya da 16 yaşlarında asıllarından okuyabileceğimiz kitapları, öncesinde "O kitaplar ağırdır" lafı ile bir nevi iğneci korkutması misali set çekmişlerdi. Bu şimdilerde nasıldır bilmem ama hala aynı durum sürüyor gibi geliyor bana. 

Biraz dallanıp budaklandırdım ama kısaca şöyle anlatayım... İyi niyetle ve çocuklarımız klasiklerden haberdar olsun diye özet kitap sunmanın hiç bir anlamı olduğuna inanmıyorum. Çünkü o klasiklerin  önemini ve keyfini bir iki yaş sonra (ilk gençlik yıllarında)  alabilecek bireylere özet sunmak, meyvenin tadını bilmeyen birine o meyveninin kimyasal aromasını ciklet ya da gazoz olarak vermek gibi. Bu arada bir de olayın tersi de var, hani o çocuk günlerimizdeki "Alice harikalar ülkesinde" adlı yapıtı biliriz ama onu da aslından okumadık ve bu arada bu yaşta onu da okumak için listeme aldım. Sözün özü her şeyin aslı daha keyif vericidir, şu özet işinden vazgeçin ya da yapacaksınız bunu "Büyükler İçin" ibaresiyle yapın.  


Klasikler üzerine uzun bir giriş oldu ama ne yapalım, Dostoyevski'ye de başka türlü giremezdim hani. Rus edebiyatının bu büyük ismi bir anlamda pop star gibi bir ikon olsa gerek. Her yaş ve ve her kesim onun ismini bilir. "Suç ve Ceza" denildi mi, herkes bir şey söyler. O kalın ve cilt cilt romanlarının ötesinde benim bu yazar ile ilgili takıntım daha çok öyküleri üzerine olmuştur. Öyküler dediğimiz de aslında novella yani uzun öykü gibi bir şey. Kimi zaman bunlara "kısa roman" da dememiz mümkün. 95 sayfalık "Bir Yufka Yürekli" böyle bir kısa roman. Ben bu öyküyü okuyup, bitirdiğimde, "95 sayfa değil, aslında 300 sayfalık bir roman olmalıymış" demiştim. Hani gazetelerde ya da dergilerde uzun uzun yazanlar vardır ya, onlar çoğu zaman çok uzun yazdıklarında önemli olduklarını sanırlar. Bu özellikle amatör ya da yeni yazanlar için çok rastlanan bir durumdur. Oysa kısa yazıda çok şey anlatanların ustalığı daha önemlidir. Kimi zaman da uzun bir yazı okursunuz ama bittiği zaman, neredeyse daha devam etmesini istersiniz. İşte Dostoyevski'nin neden büyük bir yazar olduğunu da bu "Bir Yufka Yürekli" öyküsünden anlamışımdır. Öyle usta bir terzi ki az kumaşla dikilecek elbiseyi de biliyor, çok kumaşla olanı da. 


Şimdi nereden çıktı Dostoyevski derseniz anlatayım. Yazdan beri bir yayınevinin çıkardığı bez ciltli kitaplar gözüme çarpıp çarpıp duruyordu. Ciltlerin albenisine rağmen pek umursamamıştım aslında ama Dostoyevski'in beş öyküsünün yer aldığı "Öyküler" isimli kitabı bulunca almadan edemedim.  İçinde daha önce okuduğum iki öykü olsa da bilmediklerim de olabilir diye aldım. 

"Öyküler" kitabını hemen okumaya başladım ama daha evvelden okuduğum "Bir Yufka Yürekli" öyküsünü bu arada dördüncü kez okumuş oldum. İlk olarak çok yıllar öncesi (büyük ihtimal 1980'lerin başında)  Varlık Yayınları'ndan çıkan Yaşar Nabi çevirisiyle okumuştum. Sonra yıllar geçti ve bir arkadaşımın önerisiyle sahafta gördüğüm "Beyaz Geceler" isimli uzun öyküyü alıp okudum. Öyle güzel gelmişti ki neden bu kadar geç karşılaştım diye üzülmüştüm biraz da. 50 yıl öncesinin baskısında gene Varlık'tan çıkmış olan "Beyaz Geceler"de çeviriyi Nihal Yalaza Taluy yapmıştı. Kitapta sadece "Beyaz Geceler" yoktu bir de "Bir Yufka Yürekli" eklenmişti. Aradan uzun bir zaman geçti ve gençliğim de okuduğum ama kaybettiğim o Varlık baskısı "Bir Yufka Yürekli" kitabını gene bulunca kaçırmadan aldım ve tabi ki yeniden okudum. 

Bu hafta aldığım  "Öyküler" kitabında da aynı öyküyü görünce atlayıp, diğer bilmediğim öykülere geçmek niyetindeydeydim. Ama bir kez ilk iki üç cümleye göz gezdirirken dalıp gittim yeniden okumuş oldum. Dört kere okumuş olmama rağmen eserde hala yeni farkettiğim şeyler vardı. Bu çevirmen farklığından mı derseniz, açıkcası ben de merak ettim ve eski baskıyı bulup tekrar açtım ve ilk sayfayı okumaya başladım, beşinci sefer bile okuyacak olmaktan korktum ve bırakıverdim. 

"Bir Yufka Yürek" ( Benim daha önce okuduğum baskılarda "Bir Yufka Yürekli" diye çıkan öykü, Koridor yayılarından çıkan Furkan Özkan çevirisinde "Bir Yufka Yürek" diye isimlenmiş.) öyküsünün girişinde harika bir anlatış kurgusu var. Hani roman ya da öyküde yazar ya kahramanın dilinden ya da anlatıcı konumunda kendisi betimler. Burada ilginç bir şey oluyor ve anlatıcı ile yazar ayrılarak öyküye giriyor. Hatta,"Böyle bir girişten sonra, yazar artık hikayesine başlayabilir." sözü ile şaşırtıcı bir yabancılaşma ve espas (uzam, derinlik) etkisine giriveriyorsunuz. Gene bu girişte Dostoyevski'nin hiciv yeteneği ve ironi duygusuna şahit oluyorsunuz. Hani ustanın o meşhur, "Biz hepimiz Gogol'un 'Palto'sundan çıktık." lafı boşuna söylenmemiş gibi. 

Gene böylesi bir espas ve ironi "Bobok" isimli öyküde de görülüyor. "Bu kez sizinle 'Birinin Notları'nı paylaşacağım. Fakat anlatıcı ben değilim, tamamen başka biri." uyarısıyla başlayan öykü  şöyle bir paragrafla devam ediyor:
" Bir gün tesadüfen, ressamın biri portremi çizdi. 'Her şeyden önce  siz bir edebiyatçısınız,' dedi. Ben de portreyi sergilemesine müsade ettim. Şöyle yazmışlar, okuyorum: 'Delirmek üzere olan, bu hastalıklı yüzü görmeyi sakın kaçırmayın.' ..." 
Bu anlatımdan sonra hiciv ve mizah dolu bir anlatımla yazarlık ve yayıncılar üzerine süren anlatım gene bu konuya şöyle bağlanıyor:
"Düşünüyorum da, ressam portremi edebi kişiliğim uğruna çizmedi; alnımdaki simetrik iki siğil uğruna çizdi, Fenomenmiş, öyle dedi. Fikir mikir yok, millet fenomen peşinde koşmaya başlamış. Gerçi siğillerimi portrede oldukça başarılı resmetmiş. Adeta canlı gibiler! Buna realizm diyorlar."
Yüzyıl önce değil de sanki bugün için yazılmış bir mizahi yaklaşım değil mi? "Bobok" öyküsü hep bu ironi yaklaşımıyla devam etmiyor ve sizi kısa bir süre sonra fantastik ve sürreal bir ortama götürüyor. Bu arada "Bobok" nedir? derseniz cevabını öyküyü okuyunca bulacaksınız. 

"Dürüst Hırsız" öyküsü (Bir Yufka Yürek için de) bir anlamda Stefan Zweig'in de ilham aldığı işlerden gibi geldi bana. Öyküler arasında "Başkasının Karısı" absürt bir şekilde başlayıp mizah dozu yüksek gerilimli bir akışta sizi alıp götürüyor. 

"Öyküler" kitabında Fyodor Dostoyevski'nin başyapıt novellası "Beyaz Geceler "    de var ama onu okumadan geçtim.  Zira onu ikinci kez okusaydım bu yazı bir bu kadar daha sürer ve uzardı. Tabi bir de bu öykünün Visconti tarafından 1957 yılında yapılan sinema uyarlamasını da izlemeye kalkardım ki, iş daha da uzardı. İyisi mi size o yazının linkini vereyim...


 buradan bulur, 2016'da yazdığım "Beyaz Geceler" üzerine yazdığım yazıyı okursunuz. O yazıda Visconti filminin de linki bulunmakta.

 Aptulika
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder