Sayfalar

10 Ağustos 2013 Cumartesi

Sait Faik, Burgaz ve Bir Bayram Hediyesi


Bayramın ikinci günü kendime bir iyilik yaptım.Delice bir rüzgarla kendimi İstanbul’un adalarından Burgaz’a attım. Ada vapuru yandan çarklı değildi ama tıkabasa doluydu. O devasa kalabalık insana kıpırdama imkanı vermese bile gidecektim. Yolculuğun ilk durağı Kınalı’ya geldiğimizde büyükçe bir kalabalık boşalıverdi. Zaten görünüm olarak bir plajı andıran yekünunu tutmuştu. Bu arada Kınalı ada batar mı diye de korkmadım değil hani.
Vapur biraz hafiflemişti ama gene de hatırı sayılır bir doluluk vardı. Bir ara etrafı saran konuşmalardan birine kulağımı verdim. İki genç “Aman Burgaz çok sıkıcı” diyorlardı. İşte o an emin yere gittiğime iyice kanaat getirdim.
Ve beklenen an geldi. Vapur Burgaz’a yanaşıyordu. Halat atıldı. Fakat içimde bir korku da yok değildi. Kınalı’da olduğu gibi bir insan güruhu inerse diye içime bir kurt da düşmüştü.
Vapur yaklaştı ve indik. İnen miktarı nerdeyse okey oynayacak kadardı, rahatlamıştım. Lepelep dolu vapura içimden nanik yaparak, el salladım.
Küçücük adanın küçümen meydanına çıktığımda beni bir sıcaklık karşılayacaktı. Burgaz’ın meydanında bir Sait Faik Abasıyanık heykeli duruyordu. Bundan güzel bir şey olur mu? Bir insana yapılabilecek en sıcak karşılama, bir çocuğa verilmiş en yüksek bayram bahşişi ya da bir dost sıcaklığı. Yani güzel olan ne varsa o andaydı. Çılgınca bir hisle denize menize girmeden Sait Faik müzesine gitmeliydim. Hatta sığınmalıydım. Bir daha da oradan çıkmamalıydım.  Oradaki bir kaç esnafa delice müzeyi sordum. Garip ama müze kapalıymış.

Etrafı gezdim bu süre boyunca Sait Faik yanımda bana eşlik ediyordu.  Denize  de gittim tabii. Marmara’mın özlediğim ve bana çocukluğumu hissettiren sularına girecektim. Oraya gittiğimde Sait Faik beni bıraktı. Tabi çıkışta, rakı içmeye doğru beni bulacaktı. 
Öyle de oldu, denizden çıkıp, merkeze doğru yürürken yolda göründü Sait Faik. Şöyle güzel bir Rum meyhanesine oturduk. Yoğurtlu patlıcan, fava, peynirle doldurulmuş kırmızı biber ve Rum böreği. Çocukluğumda Rum komşularımdan dolayı Rum yemeklerini bilsem de bu böreği bilmiyordum. (Belki yemiştim de unutmuşumdur.) icinde peynir olan börek patlıcan kızartmasının üzerine oturtulmuş ve ortaya çıkan harika bir tat. Mezelerden sonra bir de istavrit geldi mi benim keyfe diyecek yok. 
İşte böyle bir güzellik yaptım kendime. İstanbul’a döndüğümde de bende olan Sait Faik kitaplarına tekrar bir daldım. Olmayanları da en yakın zamanda tamamlayacağım.
Burgaz Ada’ya indiğimde Sait Faik heykelini gördüğümde aklıma birşey geldi. Bu usta öykücümüz yaşarken böyle bir şeyi tahmin bile edemezmiş. Rassam ve şair Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun anılarında okumuştum.  Sait Faik öldüğü gün onun hikayeciliği hakkında övgü dolu yazılar yazılmış. Bunlardan biri de Talat Halman’ınmış. Bedri Rahmi , “Sait Faik, bu yazıyı görseydi öyle sevinir ve şaşırırdı ki.” diye söylemiş anılarında.

Küçükken Sait Faik’in adaya kaçmasını bir sanatçı kaprisi sanırdım. Oysa ki öykücümüz parasızlıktan annesinin yanında kalıyormuş.
Sait Faik kitaplarını okumak kadar onunla ilgili anıları da okumak keyifli. Ben bunlardan Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yazdıklarından başka Rıfat Ilgaz’ın anılarında onunla ilgili bölümleri de okudum. Gerçekten biraz üzülüyor, biraz kırılıyor ve hatta duvara bir yumruk atacak kadar sinirleniyorsunuz da ama böylesi önemli bir insanın ve yeri dolmaz bir öykücünün buralarda yaşaması da insanı 
gururlandırıyor. Keşke onun dilimize verdiği hikaye keyfinin minnetini yaşarken ödeyebilseydik.
Burgaz Ada ve Sait Faik her ikinize de binlerce teşekkür. Bana bu bir bayram hediyesiydi.
Sait Faik önemli bir hikayecimiz. Siz bakmayın benim tanışıkmış gibi anlattığıma. 1954’de ölmüş bu güzel insan ve ben daha dünyada yokum. Bir başka güzel insan Fikret Mualla. Onu da Paris’e gittiğim günlerde tanımışım gibi bir duyguya kapılmıştım. Oysa o da öldüğünde ben yeni doğmuştum. Ama Paris’te onun izleri vardı. En azından ben öyle hissediyordum. Her ikisi de önemsenmedi ama bu ülkenin en önemli insanlarıydı. Neden bu denli yıpratırız bu güzellikleri bilinmez ama ben her iki gezimde de çok mutlu oldum onların yaşadıkları yerlerde gezinmekten.
Bu blogda “Pazar Keyfi” ya da “Pazar Yazıları” diye medya borazanları gibi bir köşe yapıyorum. Sebep nedir o yazılarda … Tatildeyiz, kahvaltı ederken,koltuğumuzun altına yarısı reklam olan bol sayfalı gazeteleri sıkıştıracağız ve pazar zartu zurtu denen eklerini okuyacağız. İşte onun gibi birşey bu benim pazar keyfi ya da yazıları. Ancak bizdekii bilinçsiz, hesaplanmamış ve en önemlisi kaybettiklerimiz. Şimdi de bir bayram günü bir sığınak ararken Sait Faik’le buluşmak. Onun yaşadığı yerlerde gezinmek duygusu. Bence kendinize bir iyilik yapın (bu laf da bize reklamcılardan mı kaldı nedir) Sait Faik Abasıyanık öykülerindeki güzelliği yakalayın.

Aptülika

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder