Sayfalar

18 Ocak 2024 Perşembe

50'sinde de Punk Yapmak: Green Day ve yeni albümü "Saviors"



 Rock türevleri arasında sıkı bir punk dinleyicisi değilim ama punk inceliğini hissedecek kadar çok albüm tüketmişimdir. Green Day ile 1990'ların başında çıkan grunge rüzgarı içinde sadece ismine aşina olarak tanıştım. O Grunge rüzgarında kim ne halt yapıyor diye kulak verirken bu türün bana uymayacağını anladım ve  Soundgarden, Foo Fighters dışında beni çeken grup olmadığını anlayarak kapıları kapatacaktım. Ancak aradan bir zaman geçti ve toz duman dağılınca Green Day'in o grunge rüzgarından farklı bir şekilde punk yaptığını anlayacak, bu sayede de ısınacaktım. Yukarda da belirttiğim gibi sıkı bir punk dinleyicisi olmadığım için de Green Day'in işi poplaştırıp poplaştırmadığı veya harbi punk olup olmadığı da beni fazla enterese etmedi. Bu nedenle geçen yılın sonunda da grubun yeni bir albüm yapacağını duyunca da merak frekansım birden açılacaktı. Bugün de grubun yeni albümü "Saviors" yayınlandı ve ben de hemen kulak kabarttım. 

Green Day'in ondördüncü stüdyo albümü olan "Saviors"ta 2012 yılı albümü "İTRE!" de çalıştıkları Rob Cavallo on yıl aradan sonra prodüktörlüğü üstlenmiş. Albümde tüm şarkı sözlerini gitarist - vokalist Billie Joe Armstrong yazmış. Bas gitarist Mike Dirnt ve davulcu Tre Coll ile daimi Green Day üçlüsü olarak bestelere ortak imza atmışlar. 


Albüm "The American Dream Is Killing Me" ile açılıyor. Bu hayatı insanlara zindan eden ve dünyayı amansız paylaşım savaşlarına iten bu "Amerikan Rüyası" insanlığın kabusu olmaya devam ediyor. Green Day bu parçasında kabusun tüm dünyada olduğu gibi ABD'de de emekçi takımının kabusu olduğunu bir güzel vurguluyor. Ağır bir konu temiz bir soundla bize güzel bir açılış yapıyor. Arada koro diyebileceğimiz Beatlesvari bölümü çok tuttum. Buradaki yaylı çalgıların katılımı için prodüktör Rob Cavallo ve David Campbell'i ne kadar kutlasak azdır. 

Biraz "American Idiot"u anımsatan "Look Ma, No Brains!", kısa ve öz bir punk şarkısı olmuş. 

Armstrong'un eşi Adrienne için yaptığı bir aşk şarkısı olan "Bobby Sox" geri vokalleriyle harikalaşıyor. Punk ile aşk şarkısı nasıl bir araya gelir? derseniz, maden punk yıkıcıdır o zaman bu aptal kuralı ya da duvarı da bir güzel yıkar!

Albümün tanıtımlarında ilk çıkan single'ı olan "One Eyed Bastard" ilk dinleyişte akla yerleşen bir şarkı. Belki de bu yüzden ilk single olarak bu düşünülmüş ve gerçekten çok akılcı bir seçim. 

Uyuşturucu ve alkol müptelalığını işleyen "Dilemma" az biraz da Armstrong'un bir özeleştirisi gibi. Yani grubun gitaristinin bu konuda kişisel mücadelesini anlatan bir çalışma. 

İster suratımızda bir gülümseme ya da dönemin kıyafetlerine kinaye yapalım ama 1980'li yıllar bugün yaşı 50'yi aşanlar için unutulmaz zamanlardır. Green Day de "1981" parçasında o dönemlere gönderme yapıyor. Kim bilir umudun ya da özgürlük mücadelesinin son çırpınışları gibiydi seksenler. Sizi bilmem ama melodi beni o yıllara götürdü bile.

Bu Adeline yenge nasıl bir ablaymış, Armstrong'a ikinci parçayı yaptırmış. "Goodnight Adeline"da Green Day punk'tan biraz daha heavy baladlarına evrilmiş. Zaten bu grubu sevmeme neden olan yanı da bu. 

Coronavirüs salgınının üzücü olaylarından sonra sağlık sorunlarının paranoyaya dönüşmesini işleyen "Coma City" parçası" Maskeyi indir/ Pencerelerini tahta ile ört" sözleriyle dikkat çekiyor. Çatır çatır gitarlar ve davulun balta gibi ritmiyle heavy tadında bir buluşma. Tek kelimeyle harika. 

Green Day bir punk grubu olsa da yer yer klasik rock tadı vermesiyle de gözümün nuru olmuştur. "Corvette Summer" da böyle parçalardan biri ve 1970'lerin pop etkili hard rock gruplarının soundunu hatırlatıyor.  Ardından gelen "Suzie Chapstick" de aynı etkide bir parça ve 1970'lerden öncesine de göz kırpıyor. Bu arada Green Day'in melodi zenginliği de benim için ayrıca kıymetli. 


"Strange Days Are Here to Stay" parçasında David Bowie'nin ölümünden sonra hiç bir şeyin aynı kalmadığına vurgu yapan Green Day, "Living in the '20s" de mevcut duruma eleştirilerini sürdürürken parçada kısa ama güzel bir soloya da yer vermeyi ihmal etmiyor. 


 İlk parçada arada yer alan yaylıların görkemli bir yoğunlukta girdiği "Father To A Son" ibreyi iyice heavy rock'a döndürürken  albüme adını veren "Saviors" sözleriyle herkesin uyuduğu ama rüya görmediği bir dünyayı anlatıyor. 


Albümün finalini oluşturan "Fancy Sauce" hem şarkı sözü hem de müzikal örgüsüyle Beatles ve tabi John Lennon tadında. Bu öyle bir final ki bir punk albümü olmasının ötesinde konsept bir çalışmanın finali gibi. 1970'lerin rock opera tarzının tadını özlemişken, hadi buna da Green Day usulü bir punk opera desek mi... yoksa çok mu abartıyorum? Bilemem ama ben bu albümü çok sevdim, belki de ihtiyacım olan ve özlediklerimi verdi, ne diyebilirim.  

 

Albümle ilgili söyleyecek son anektod da kapağı. Zira bu kapak benim aklıma Türk Punk grubu Rashit'in kapaklarını getirdi. Ancak Green Day'in bu kapağı stüdyoda falan yapılmamış, bizzat gerçek bir siyasi gösteriden alınmıştır. 1978'de Belfast'ta yapılan bir gösteride Paul Kennedy adlı bir çocuğun yanan çöp tenekesinin önünde elinde taş tutarken verdiği bu poz Green Day'in kapağı oluvermiş. Bu arada son bir rötuşla çocuğun ifadesi biraz daha gülümseyen hale getirilmiş. 

Aptulika 











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder