Sayfalar

24 Kasım 2023 Cuma

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 214




Altı Üstü Bir Mekan 



“Dışarı da neler oluyor ? ”  dedi  , uzun süredir elindeki defterine bir şeyler karalamakta olan Ahmet Mithat , karşısında oturmuş beklemekte olan  Felatun ile Rakım’a .  Çakma Eflatun umursamaz , Rakım ise dikkat kesilerek baktı Ona.. Ve aniden şiddetli bir gök gürültüsü ile fırtına patlak verdi , dışarısı görünmez oldu .

Oysaki sabah pırıl pırıl bir güne uyanmıştı  şehir  , gökyüzü ve deniz masmaviydi . Yalnızca sertçe esen kuzey rüzgarı , başlarda  tedbirsiz duran  şapkaları , kepleri , fötrleri , fesleri ve kaskları tehdit ediyordu  . Sokaklar canlıydı , insanlar  yollara dökülmüşlerdi .  Bazıları için de  günün keyfini çıkarmak , dinginleşmek ,kafa dağıtmak, eğlenmek ya da dertlenmek için bir tek yer vardı  ve ne tesadüf ki hepsi orada toplanmıştı , bu mekanda.. 

Mekan ,  semtin kıyısında  önünden geçen arnavut kaldırımlı yaya  yolu , ileride küçük yeşil bir park ve ötesi denize bakan konumdaydı . Yıllara meydan okurcasına ayakta durmakta olan , ilk yıllarında  balıkçıların kahvesi , sonrasında lokantadan ve son olarak devinim son halkasında kafe , bar ve meyhaneye  dönüşen , belki de bunların hiçbiri olmayan ,hepsinden daha fazlasıydı .  Tarifsiz ve isimsizdi  .  Kapıyı açar açmaz hem kokusunu hem havasını hemen ayırt edebildiğiniz o özel yerler gibiydi , hani vardır ya  eski kitaplar satan bir sahafa girersiniz ve o benzemez kokuyu alırsınız hemen , tam da onun gibi bir şey . Denizin , balıkların , ağların , mutfağın , çayın , kahvenin , içilen içkilerin , tütünün , sobada tüten dumanın  ve içeri giren belki binlerce misafirinin  yıllar içinde bıraktığı o izler, o kokuları eğer isterseniz  ayrı ayrı duyumsamak mümkündü . Hani gözünüzü kapasalar , sizi bir yere soksalar ve yalnızca kokusundan tanımanızı isteseler , yıllar sonra bile olsa  hemen hatırlayacağınız , hiç unutmayacağınız türde bir yer , işte  o yer burasıydı . 

Müdavimleri de bu dönüşümün her halkasında yer almışların ruhuna uygun ,  sıradan insanlardan gazetecisine , yazarına , şairinden , ressamına , denizcisinden , sporcusuna , avaresine  ve zaman zaman da demiryoluna, rıhtıma , otogara yakınlığı nedeniyle ülkeye yolu düşen gezginlere  bile ev sahipliği yapmaktaydı . 

Sahibini kimse bilmez , tanımazdı ki  zaten önemi de yoktu .  Şu sıralar hem işletmesini , hem aşçılığını ,hem barmenliğini, hem de garsonluğunu   Napoli’ li Antonio Zullo yapıyordu .Antonio görkemli geçmişi ve tarihine rağmen , yakın tarihinde efsanevi Maradona ile özdeşleşen Güney İtalya’da ki  o şehirdendi.  Bu yüzdendir ki  barın bir köşesinde  o futbol tanrısının  dev bir resmi asılıdır ve  karşısında ki  antik çağın deniz tanrısının (Poseidon ya da Neptunus)   reprodüksiyon  heykeline bakmaktadır .  Mekanda tüm tanrılara ve tanrı ile sorunlu olanlara saygı eşit seviyededir . 

Duvarlar tarihsel geçmişin izleri objelerle doludur  ve her metrekaresinde bunu görmek mümkündür . Uzak bir köşede 1800 ‘lerden kalma bir piyano , bir başka köşede bir  pikap , duvarın birinde , bilmem kaç yılı şampiyonluğu anısına bir bir basketbol potası çemberinden  kesilmiş ağ, bir bir başka duvarda eski yıpranmış  tam ne olduğu anlaşılmayan bir forma , bir başkasında soluk bir çerçeve içine sıkıştırılmış meçhul bir denizciye ağıtı mektubu ,solmuş kepi  daha birçok eski fotoğraf ve diğerleri … 

Bu  yer nerede derseniz , dünyanın herhangi bir yerinde derim . Yerinde durmayı sevmeyen zaman yolcularının uğrak yeri . 

Masalar bir birinden uzak , hani şu günümüzde bir kuruş daha kazanacağım diye kıç kıça tıkıştırılmış yerlerde ki gibi hiç değil , herkes biri birinin hem farkında ama isterse bir çölde ki kadar yalnız . Minik pencerelerden giren ışık yetersiz gibi görünse de yüksek tavanlar,  taş duvarlar içeriyi ferah ve huzurlu kılmaya yetiyor . 

Başa dönecek olursak berbat bir gün geçirmiş olan Ahmet Mithat  eve yorgun gidip de Canan ona merakla sormasın diye soluklanıp kahve içerken , bir yandan  son yazdığı tefrikasını gözden geçiriyor , bir yandan da  karşısında oturan bu iki zıt delikanlıya nasıl bir yol göstereceğini düşünmekteydi .

John  , sanatın ve resmin peşinde ki dedektifliği ve hiç bitmeyen merakının peşinde şehre gelmişti . O ünlü kiliseden bozma binanın yok olmadan önceki halini hem çizmek , hem de  uzun yıllar sonra  burada olduğunu işittiği eski dostu  gazeteci ama sonradan ünlü bir yazar olacak  Gabriel’i de görmek için şimdi buradaydı , yani mekanda .    Antonio onlara güzel bir meze  tabağı eşliğinde şarap ikram etmişti .  Masada kan kırmızısı şarabın verdiği şevkle hararetli bir sohbet dönmekteydi . John o  kendine has üslubu ile Rosa Lüksemburg’dan Charlie  Chaplin ’e  farklı hikayeler anlatıyordu , gözü bir yandan denizcileri kesmekte olan Gabriel’e . 

Arka fondaki müzik kara Afrika’nın batı kıyılarından esen ılık bir rüzgarı taşıyordu , çıplak ayaklarıya sahne almasıyla da ünlenen Caseria Evora’nın  hüzünlü sesindeki melodiler dolduruyordu mekanı . Uzak köşede bir grup denizci büyük bir coşku  ile kim bilir belki de  son seferlerine çıkacakmış gibi delicesine içip eğlenmekteydiler  .  Bir tanesi fena sıkışmış halde tuvalete  koşarken , hızlıca Pierre  ile çarpıştı . Pierre 1.92 boyunda sağlam yapılı profesyonel  bir futbolcuydu  , sarhoş  denizci sendeledi , sendeledi ama düşmedi , hali fena olduğu için pardon dahi diyemeden hızla içeriye daldı . Bu esnada kepinin yere düşürdüğünün  farkına da varmadı . Kibar bir adam olan Pierre  yavaşça düşen kepi yerden aldı , çevirdiğinde içinde güzel genç bir kadının resmini , terden  ve deniz suyundan ıslanmış kurumuş , yarım yamalak okunabilen el yazısını ile denizcinin adının yazdığı   “Luis Alejandro Velasco” yazısını  gördü   .  Kepi aldı ve yavaşça masasına doğru ilerlerken ,  olanları uzaktan görmüş ve ayağa kalmış olan gazeteci Gabriel , Pierre ’e yaklaşıp , olanca nezaketi ile  “ Siz onu bana bırakın , ben veririm , hemşerimin de kusuruna bakmayın ,  uzun süredir buradalar ,  bugün ülkeye dönüş  yoluna çıkacaklar , davranışları umarım sizi rahatsız etmemiştir”  dedi “.  Pierre  denizcinin kepini verip anlayışlı bir gülümseme ile masada onu bekleyen arkadaşının yanına yöneldi  . Bugün  mekana ilk kez gelen basketbolcu dostu  Bobby’e tercümanı Murat ile şehri gezdirmeyi  ve katıldığı camiayı tanıtmayı üstenmişti . O , Boby’e ( Daha sonra Ali Muhammet adını alacak olan ) hem kendi geçmişinden hem camianın büyüklüğünden  bahsederken , Boby’de onu anlattığı hazin çocukluk hikayesi ile büyüdüğü Şikago sokaklarına  götürüyor , kah sosyal konutlardaki zorlu yaşamına , kah antrenmana yetişmek için  deli gibi sürdüğü  bisikletin arkasına takmış uçuruyor ..

Ve aniden şiddetli bir gök gürültüsü ile fırtına patlak verdi , dışarısı görünmez oldu .

Ahmet Mithat , Rakım , Felatun , John , Gabriel , Luis Alejandro ve denizci arkadaşları , Pierrre , Tercumanı Murat Kurt ve Bobby  oturdukları yerde irkildiler . Tam o esnada , kapı hızla açıldı , dışarıdaki hava içeriye dolup , tüm masaları soğuk bir ürperti ile yalayıp geçti . Kapıdan içeriye giren siluet tam o esnada belirdi ,  uzun bir çölü aç ve susuz geçip son anda kasabanın barına girip yere yığılan kovboy misali bir siluet . Ama gelen bir bisikletçiydi  . Hepsinin yüzünde bir afallama ifadesi ile dönüp kapıya baktılar r .  Ama bu “cowgirl”  yere yığılmadı .

Juliana’dı içeriye giren , uzun zamandır bisikleti ile dünya turundaydı . Yağmur , çamur ve  fırtınadan mahvolmuş vaziyette bitkin ,  üzerindeki forması  kaskı çamurdan görünmez haldeydi . Ama yandan bakıldığında üzerinden “ Pegasus” yazısının okunabildiği , arka lastiği patlak bisiklet , başında saksağanların saldırısının  delik deşik ettiği izlerin bulunduğu kaskı ve çamurlu suratı ile içeriye daldı . Gözlüklerini çıkardı ve yüzünü sildikten sonra , meraklı gözlerle ona bakan kalabalığı süzdü , başını bara doğru çevirdi ve yorgun yüzünde minik bir tebessüm belirdi .

 “ Antonio , bana acil bir experssso “ .

Yanına ilk koşan , Luis Alejandro Velasco oldu , nihayet o da başarmıştı …

Bitti ( Başka bir yerlerde sürüyor olabilir )

Bonus :  Mekanın halen orada  bir yerlerde duruyor, hem çalışanları hem müdavimleri sürekli bir devinim içinde , siz hangi maceraya atılmak isterseniz sizi orada bekliyor olacaklar . Hikayeleri duvarlarda yankılanmaya ve hatta duvarları da aşıp dışarıya ,  dalga dalga denize  , duman duman şehrin semalarında yükselip ulaşacaktır ta uzaklara, bize , size ve diğerlerine   … 

                                                                                                    Geronimo Yalnızkartal  - Kasım 2023 İstanbul 


Altı gün,  altı kitap 

Yukarıdaki kurmaca şöyle ortaya çıktı .  İki üç yıldır  çeşitli dünyevi mevzular diyerek bahanesini üretebileceğimiz gerekçelerle  kitap okumaktan uzaklaştığımı bilip darlanmaktaydım . Uzun süredir  “kitapsız herif”’in tekine dönüşmüştüm. Geçen hafta bir sahaf ziyareti ile bu havayı döndürdüğümü sanıyorum .  

 Sahaftan “altı kitap”  ile çıkıp eve geldim , sonra bunlar nelermiş diye merakla her birinde kısa bir giriş yapayım ki  bir fikrim oluşsun diye başladım okumaya . Birden her biri beni kavradı içine çekti ve   bugüne kadar hiç denemediğim tamamen doğaçlama olarak altı kitabı da aynı anda ve her gün düzenli olarak  -  günlük hengameden arta kalan zamanda , yani gece yarısına doğru  - okumayı  sürdürdüm . Tam bir hafta sonra şu satırları yazdığım zamandan kısa bir süre önce beşini  bitmiştim . Birini de pastanın kreması olması için son yirmi , otuz  sayfasını kendime sakladım . Şimdi onu okuyacağım .  Yani bir haftada aynı anda altı kitap bitirmeyi başarmış oldum . Toplam dokuz yüzelli  sayfa civarı olsa gerek. 

Tabi kitapların konuları , içerikleri ve kahramanları  tüm hafta boyunca  zihnimde hep birlikte dans ettiler. Bu dansın sonu da işte yukarıda ki şeydi . Okuyanlar için hiç bir şey ifade etmeyeceği hatta anlamsız gelebileceği aşikar , ama birlikte okundukları aslında kitapların da harmanlanması , iç içe geçmeleri güzel geldi bana , hayal eder ve satırlara dökerken keyif aldım ve bu karmaşayı birleştirip paylaşmak istedim  . Bir yere varmasa da eğlenceli ve çok keyifli bir yolculuktu . Hem zaten bu yolculuk bir yere varmıyor ki , devam ediyor . 

Kitapları tavsiye etmek yerine  , tecrübemi paylaşmak ve uygulanabilir olabileceğini  okuyanlar ile  paylaşmak istedim . 

Yinede bu mevzu hangi altı kitaptan  çıktı derseniz , buyurunuz 

İyi okumalar . 

Kitaplar :

1-Ahmet Mithat Efendi : Felatun Bey ile Rakım Efendi  (Roman - 1875)    (Yanlışlıkla Ahmet Rasim diye aldığım halde, süprizli oldu. )

2-Gabriel Garcia Marquez : Bir Kayıp Denizci ( Roman-1982 Nobel )

3-Bobby Dixon : Savaşçı  (Biyografi- 2017)

4-Murat Kurt – Futbolun Efendisi  (Bir sezonun analizi ve P.V.H hikayesi 2004)

5- John Berger – Hoşbeş (Deneme - 2017) 

6- Juliana Buhring – Rüzgara Karşı ( Anı- Dünyayı Bisikletle Dolaşma Guiness Rekoru ve Hikayesi – 2012 ) 



Geronimo Yalnızkartal



1 yorum:

  1. Konular ve kitaplar iç içe olsada insanı mekana götürüp oranın havasını almış gibi hissettiriyor. Yönteme gelince daha önce denedim çok farklı ve güzel hissettiriyor. Aynı anda farklı dünyalarda yaşatıyor insanı. Yazi için teşekkürler ✌️👍🙋‍♂️

    YanıtlaSil