Sayfalar

3 Ağustos 2022 Çarşamba

Günlük Değil GÜNDELİK 0029 - O Küçük Pencere

No. 210 / No. 211 - Mark Rothko (1960)


Televizyon seyretmem ama bilgisayar dolayısıyla ekrana kilitliyim hani, böyle olunca da ismi televizyon olmayan bir televizyonun başındayım her an. Onun dışında da Gogıl hazretleri, feysbuk vesaire hayatımın içinde. Paylaştığım şeylerle hayatta olduğumu sanıyorum...

"A bak bu paylaşımımı şu kadar kişi beğenmiş" deyip avunuyoruz.

Hepsi bir yana en çok da haberler ve haber programları ve tartışmalardan gına geldi. Adamların bir suçu yok, zaten kolay bir iş de yapmıyorlar ama ben onları izlemek değil okumak istiyorum. Ama madem hayat böyle yapacak bir şey yok.

Peki be adam çık dışarı derhal hayatı yakala diyeceksiniz ama o da aynı yeknesaklıkta. Sizi bilmem ama benim bulunduğum İstanbul'da tek konu emlak, ismine "et" eklemesi yapılmış kebap, döner lokantaları ve adım başı gurme. 

Kafelerde oturup pahalı çay içeceğime semtimde kalan tek bira satan markete (uzun bir yol katederek) bira almaya karar verdim. Bu kararı uyguladım ama öyle bir iki arkadaşla laflayarak yapmayacaktım bu güzel muhabbeti, tek başıma ve kitap okuyarak yapacaktım. Fazla da değil hani iki bira.

İki bira, bir kitap bir de dergi alıp bahçeye oturdum. Öyle güzel gidiyordu ki bira anlatamam. Şimdi bu iki birayı bir kafede oturup içseydim... nerdee ...1970'lerin eski Türkiyesinde. Şimdi olmuyor.  

İlk olarak elimdeki "Ova" isimli deneme ve eleştiri dergisinin yeni sayısını açtım. İlk sayfada Oğuz Demiralp'in bir yazısı vardı. Bu yazı Isaac Bashevis Singer'den bir alıntıyla başlıyordu ve şöyleydi:

"Ölüler hiç bir yere gitmez. Hepsi sürekli buradadır. Her kişi bir mezarlık, bir gömütlüktür, atalarımızın, büyüklerimizin, sevdiklerimizin hepsinin yattıkları gerçek bir gömütlük.Baba ile anne, eş ile çocuk. Hepsi buradadır, her zaman burada."

Sadece bu sözü okudum ve düşündüm. Öyle iyi gelmişti ki, zira öyle çok arkadaşım, sevdiğim , değer verdiğim insan  bizleri bırakıp gitmiştiki. Üstelik hiçbirinin de yeri dolamayacaktı. Onlar bizi bırakıp gidiyordu ve fena halde yalnız kaldığımız gibi bir o kadar da çaresiz kalıyorduk. İspanyol olan bu Isaac Bashevis Singer'ı ilk defa duyuyordum ama bu sözü iyi geldi doğrusu. 

Ardından Cengiz Bektaş'ın 2007 tarihinde çıkan "Köpeksiz Köy" isimli kitabını açıp, altını çizdiğim bir kaç bölüme baktım. Oradan not aldığım bir bölümü de sizlere aktarayım:

"Muğla'da, dar bir sokakta kültür varlığı olarak saptanmış bir ev vardı. Bu evin sokağa bakan sağır duvarında, 20x30 cm'lik küçücük bir pencere vardı. Bu pencerenin içinde temiz bir bardakla, su dolu bir sürahi bulunurdu. Yaz sıcağında bağrı yanmışlar içsinler diye...

Sözüm ona onarmak için evi yıktılar. Betonla yeniden tıpkısını yaptılar. Bu yeni evde o küçük pencereyi yapmayı unuttular. İnsanlıklarını unuttular gerçekte... Kendini başkasının yerine koyamıyordu artık yeni evi yapan..."

Hayatımız yenileniyordu ama o küçük pencere unutuluyordu belki de. İşte o sıra biramdan bir yudum daha aldım. Üstelik o bira da o evin küçük penceresinde benim için bırakılmıştı sanki. 

Tam bunları düşünüp,  Gündelik için not alayım derken cep telefonum çaldı. Adeta  o küçük pencerenin üzerine bir balyoz iniverdi. Elbet bir dost arıyordu ama balyoz inmişti bir kere. Sonrasında ne mi yaptım? cep telefonunda gene haberleri izlemeye başlayacaktım. Bir süre sonra kendime gelip, ikinci birayı da dolaptan alıp, odama çıktım. Elim her an klavyenin başına gidip, televizyonu izlemeye koyulabilirdim. Son kalan gücümle pikaba yönelerek bir plak koyup dinlemeye başlayacaktım. Bu da öyle seçerek değil, elime ilk gelen plak ile olacaktı. Tesadüfe bakın ki bu plak Jan Akkerman'ın "Profile" albümüydü. İlk yüzde de 20 dakikalık bir parça vardı. Dinlemeye koyuldum ve o pencere yeniden açılmıştı. İkinci biradan da bir yudum alıp yazmaya koyuldum. 

Aptulika

3 Ağustos 2022

saat 18:22 suları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder