Sayfalar

30 Nisan 2022 Cumartesi

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 192



Selim İleri
 "Dostlukların Son Günü"
 Bilgi Yayınevi
 (1. Baskı: Aralık 1975)


Selim İleri, daha lise yıllarımdan beri ismini bildiğim bir yazardır. 1970'li yıllarda ismini sık sık duysam da hiç bir kitabını okumuşluğum da olmamıştı. O dönemde ilgilendiğim yazarlar daha çok toplumcu konularda yazanlardı. Hani biraz o dönemin ön yargısıyla ona "bireyi anlatan" edebiyatçı diye bakardık  ama daha ötesinde bir yargım ve bilgim de yoktu hani.
Sonra 1980'li yıllara geldik ve Selim İleri romanlarından yapılmış filmler moda olacaktı ve o zaman da bu filmlerin etkisiyle ona "bunalım edebiyatı" diyecektik. Aradan bunca yıl geçti ama Selim İleri'nin değil bir kitabı, tek satırını bile okumamıştım. Şimdilerde yazarın bir kitabını görünce hemen okumak için atıldım. Üstelik kitabın öykülerden oluşması da benim tam aradığım şeydi hani. 
Kitabı buldum ama, resimde de gördüğünüz gibi oldukça yaralı bereli, ama inanın bana bu tedavi edilmiş hali. Onu ikinci el olarak bulduğumda darmadağın vaziyetteydi. Onu anca bu kadar onarabildim, şimdi gene de kütüphanemde mesut bahtiyar duruyor ve hayata dönmüş vaziyette. 

"Dostlukların Son Günü", 1975'te yayımlanmış ve bir yıl sonra da Selim İleri'ye Sait Faik Hikâye Armağanını kazandırmıştı.
Kitapta öyküler birbirinden bağımsız gibi gözükse de Kemal isimli çocuk hep var, Özellikle o çocuğun gözünden İstanbul'un eski çehresi ve çevresi işleniyor. Çocukluk ve komşu ablalar neredeyse ilk platonik aşk tadıyla işlenirken, bir yandan da onların öykülerine giriveriyoruz. O genç insanların hayalleri gerçekleşmese de , aşkları ayrılıkla sonuçlansa da o eski yılların ortamında çocuksu bir duyarlılık ve şiirsel dille sunuluyor. 
İlk başlarda kitabı okurken açıkcası bir kaç kere yarım bırakmayı da düşünmedim değil hani...zira siirsellik ve betimlemeler yorucu geldiği gibi yeşilçam melodramlarına benzer şeyler olacak gibi geldi. Ama öyküler ilerledikçe özellikle de 53. sayfadaki "Bütün İstanbul Bilsin" öyküsünden sonra benim için kapılar açılmaya başladı. Gene Kemal isimli çocuk var öyküde, annesiyle yaz tatilinde Üsküdar'da yaşayan bir akrabalarının konağına gidiyorlar. İşte orada İstanbul'un değişmeye başlayan silueti içinde, eskilerde kalmış bir aile ve konak. Burada çocuk dışarda oynayan sokak çocuklarına özeniyor. Ama çocuklar ona "muhallebi çocuğu" diye laf atarak dalga geçiyorlar. O sırada bir sokak satıcısı olan macuncu ona tahta sapa dolanmış macunu para almadan ısmarlıyor. Bu yeni dünya ile kurulan ilk temas köşkteki kalfanının çocuğun elinden macunu alıp, "Bu pis şeyleri yeme" diyerek çöpe atması ile son buluyor. 
Bir başka öykü olan "Sizinle İğrenç" Büyükada'da geçiyor ve çocuksu bir aşk ile zirveye tırmanan bir anlatımla son buluyor. Bu hikayeleri okurken 1970'li yıllarda İstanbul'un değişimi de sergileniyor. O günden bugüne olanları düşündüğümüzde bu öyküler bize masalsı bir atmosfer sunuyor bile diyebiliriz.
"Elbise Haritaları"nda terzilik yaparak hayatını kazanan Funda abla öyküye giriyor. Bu öyküde elbetteki dönemin toplumcu gerçekçi yaklaşımını görmek mümkün değil ama sınıfsal bir bakış söz konusu.

Kitabın ortalarına doğru Kemal isimli çocuk yerine genç olmuş kahramanlar giriyor. "Mecnunu Çok Dağlarda" isimli öyküde Çocuklukta yaşanan arkadaşlığa biçilen aşk damgası, aradan geçen yıllarda biten duygular ve isteksizce yapılan evliliklerle yiten çocukluk aşkı anlatılıyor.

Selim İleri bu öyküleri yazdığı yıllarda İstanbul'da politik atmosferin yükseldiği zamanlardı. Özellikle üniversitelerde sol hareketler yükseliyordu. Bir de 12 Mart darbesiyle gelen faşizm, ülkeyi baskı altına almış ve gençler hapishanelere, işkencelere ve hatta darağaçlarında idama gitmişti. Kitabın sonuna doğru yer alan dört öyküde bu ortamın yansımalarını görüyoruz. Üniversite'den bir arkadaşı içeri alınmış ve onun izini süren bir kahraman giriveriyor bir öyküye. Ancak bunlarda da Selim İleri'nin kahramanları yalnız ve küçük burjuva karekteriyle giriyor, öykülere. Bunun böyle olması da bence daha içten ve namuslu bir davranış. O günlerde bu tavır eleştirilir gibi olsa da şimdi baktığımda "miş gibi" yapmadığını anlıyorum. Bu öykülere bugün baktığımızda o dönemde yaşananlara Selim İleri penceresinden ve bir edebiyatçı hassasiyeti ile yaklaşılması, o günleri yaşatan hatta unutturmayan bir belge gibi sunarak, günümüze yansıtabiliyor. 

Kitabın sonunda yer alan "Şöyle Kalbim"deki Besim karekteri ve onun söylediği: "Çoğaldık biz," lafı oldukça can alıcı. Öyle ki öykünün sonunda yer alan, "Besim'in çoğaldığını kendi diliyle, kendi sesiyle, yürekten gelen bir inançla söylemesi yeni bir dönem değil midir?" 
Edebiyatın ve sanatın gücü az biraz da bu... ileriyi önceden görmek. Selim İleri belki toplumcu bir gözle yazmıyor ama sanat duyarlılığı ile ilerde olacak değişimi ya da çürümeyi "çoğaldık biz" diye seslendirdiği karekteriyle sunabiliyor. En azından ben böyle hissettim. 

Selim İleri'nin romanlarını da okumaya başlar myım? ...bilemem ama yazarın o dönemleri anlattığı öykülerinde, dönemin toplumcu modasına hiç uymadan kendi gibi baktığı için bana daha doğru geldi. Kim bilir, belki de o yüzden bunca zaman sonrası bile kalıcığını koruyabiliyor.  

APTULİKA

1 yorum:

  1. Ne guzel anlatmissin Aptullika, bende eregenlikte mahalleden asirdigim Her gece Bodrum romanini okumustum, oylece kaldi nedense. Aslinda cok hatirlamasam da buruk ve guzel bi tadi vardi. Şimdi senin bu guzel yazin hatirlatti, okumak lazim. Selim Ileri kendine has olanlardan. Sevgiyle...

    YanıtlaSil