Sayfalar

9 Temmuz 2021 Cuma

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 178



Ömer Sami Coşar
 "Troçki İstanbul'da"
İş Bankası Yayınları
 (5. Baskı: Şubat 2020)


1970'lerin sonunda liseye gidiyorum ve o günkü ortam oldukça politik. Ben de ufaktan sola meyletmekteyim. Sol fraksiyonlara bölünüyor ve bizim  okul da bu bölünmelerden nasibini alıyor. O dönem okulda hakim olan siyasetten üç kişi ayrılacaktı. Bahçede gezinirken o üç kişi bana, "Troçkist bir örgütlenme içine giriyoruz, sende katılır mısın?" diyecekti. Bunu rock mealinde çevirirsek, hani gitara yeni başlamışsınız ama daha bir halt değilsiniz ve birileri size "Progresif bir grup kuruyoruz, gitara sen geçer misin?" demesi gibi bir şey. Açıkcası bu teklif bana çok gurur vermişti ama ufak bir engel vardı karşımda... Nasıl bir engel mi? derseniz... Troçki hakkında en ufak bir bilgim yoktu. Bana o teklifi yapan üç arkadaşımın da benden biraz daha hallice olsa da bir bilgileri olmadığını biliyorum. 
 
Troçki'nin Büyükada'daki sürgün dönemi hep merak edilir hem de üzerine efsaneler üretilir. Ömer Sami Coşar'ın kaleme aldığı "Troçki İstanbul'da" kitabı bu konudaki merakı sonlandıracak bir çalışma. Açıkcası kitabı okumadan önce az biraz da magazinsel bir durumla karşılaşacağım diye de endişe duymadım dersem yalan olur hani. Ancak kitabı okuduktan sonra endişelerim son buldu. Eser, Troçki'nin İstanbul'daki sürgün yıllarını anı anına anlattığı gibi, Troçki'nin siyasal kişiliği ve görüşlerine de ışık tutuyor.  Yazının başında lise yıllarımdan kalan bir anımı anlatıp, Troçki ile ilgili bir bilgim olmadığını söylemiştim ya, açıkcası daha sonraki zaman diliminde de bu eksikliğim devam edegeldi. Bir kere Troçki ile ilgili hep eleştirel bakıştaki kaynaklardan bilgi sahibiydim. Bu kitabı okurken hem karşıt bakış hem de Troçkist bakış açısından olayları gözlemleyebildim. Bunu dedim diye kitabın yazarı Ömer Sami Coşar'ın sosyalist bir kuramcı ya da siyasi bir kişilik olduğu zannına kapılmayın. Coşar, bir gazeteci ve zamanında bu olayları takip etmiş biri. Olaylara objektif bir gözle bakarken, görüşleri de ortaya koyabiliyor ve tarihi bir kesiti bizlere taşıyor. 

Karl Marx'ın Manifesto'sunda "Avrupa'da bir hayalet geziniyor" dediği komünizm, biraz doğuda gerçekleşecekti. 1917'de gerçekleşen Ekim Devrimi ile ilk kez sosyalist bir devlet kurulacaktı. Devrimin önderi Lenin 1924 yılında hayata veda edince büyük kavga iyiden iyiye gün yüzüne çıkacaktı. Hani dillere peleseng olmuş, "devrim kendi evlatlarını yer" sözü vardır ya, az biraz da bunun için denmiştir. Lenin devrimden yedi yıl sonra ölmüştür. Ondan sonra iki isim vardır: Stalin ve Troçki. Stalin, "tek ülkede sosyalizm" der... Troçki ise, "Sürekli devrim" diyerek tüm dünyada devrimin yayılmasını ister. Bu kavgayı Stalin kazanır ve 1927 yılında Troçki  Alma Ata'ya sürgüne gönderilir. 1929 yılında ise ülke dışına çıkarılmasına karar verilir.  Böylece Troçki siyasi mülteci olarak Türkiye'ye gelir. 1929'dan 1933'e kadar Büyükada'da ikamet eder. İşte kitap bu süreci anlatıyor. Ancak bu öylesine bir dönem değil hani zira Troçki'nin bir suikaste kurban gitmesi endişesiyle korunması gerekiyor. Bu da olayı polisiye bir öyküye ya da bir macera romanına döndürüyor. Genç Cumhuriyet'in o dönemde diplomasiye hakimiyeti ve itibarı da ayrıca önem kazanıyor hani. Zira bu işi başarmak o kadar kolay değil hani. 1933'te ülkemizden ayrılan Troçki 1940'ta Meksika'da bir suikast sonucu öldürülür. 

"Troçki İstanbul'da" hem siyasi bir belge hem bir tarihi kesit hem de bir macera romanı gibi okunuyor okunmasına da benim için her şey bununla sınırlı kalmadı hani. Şöyle anlatayım... Öncelikle ben bu kitabı iki ay önce okudum. Bununla kalmadı ve birbiri ardına bunu başka kitaplar da takip ettim. Onların aşağıda resmini görmektesiniz. 



Resimden de anlaşıldığı gibi bir sosyalist külliyat okuma işine giriverdim. Bitti mi? Buyrun bakalım daha sırada bunlar da var.



Şu ana kadar Stalin mi, Troçki mi haklı mevzusunda değilim ama bu konu bilinçaltımızda bir maça dönüyor ister istemez. 

Aradan neredeyse yüzyıl geçmiş ama bu çatışma her yerde bir anda alevlenebilir. Ancak şu anda sosyalist Rusya yok. Sosyalizm bitti mi? derseniz. Bence bitmedi ama artık bu çağa yakışan yeni şeyler söylemeliyiz. Biraz da bunları araştıracağım. Bu nereye kadar sürer derseniz, insanlık yaşadığı sürece derim. Tıpkı sosyalizm gibi. Ben göremem belki ama çocuklarımız hatta onların çocukları mutlaka. Sadece özgür düşünüp, tabuların esiri olmadan. Zaten diyalektik de, "Babamızdan ilerde, oğlumuzdan gerideyiz" demiyor mu?

Peki bu arada Troçki hakkında bilgi sahibi olabildim mi?  Ne gezer!

Aptulika


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder