Çocukluğumda ilk kez "başrol artizi" kavramıyla tanışmam Kartal Tibet'le olmuştu. Daha ilkokula bile gitmediğim yıllarda ablaların ve teyzelerin ona duyduğu hayranlığı gözlemlemişimdir. Biraz daha büyüdüğümde ise bu hayranlık Cüneyt Arkın ile Tarık Akan'a dönecekti ama iki ayrı fraksiyon olarak. Her şeye rağmen Kartal Tibet konusunda direnenler de vardı.
Ablaların, teyzelerin hayranlıklarını izlediğim bir laboratuvara dönmüştü adeta, semtimizin iki tane olan yazlık açık hava sineması. Bu üçlünün romantik filmlerinden sonra bir değişim olacaktı ve açık hava sinemasında biz çocuklar da onlara hayranlık duyacaktık. Cüneyt Arkın "romantik jön"lükten bir anda Malkoçoğlu ve Kara Murat filmleriyle karşımıza çıkacaktı. Yaşımız biraz daha büyüdüğünde ise hafiften "sol"a meyledecektik ve o salon filmlerinin yakışıklı jönü olan Tarık Akan traşsız suratlı bir işçi sınıfı kahramanına dönüşecekti. Kartal Tibet ise bir değişim yaşamamıştı, zira o hem romantik aşk filmlerinde de "başrol artizi"ydi hem de Tarkan ve Karaoğlan filmlerinde çizgi roman karelerini beyaz perdeye taşıyan kişiydi.
"Romantik Jön"lükten değişime uğrayan Cüneyt Arkın ve Tarık Akan'ın aksine Kartal Tibet sinema kariyerine 1960 yılında "Karaoğlan: Altay'dan Gelen Yiğit" filmiyle başlamıştı. On yıl sonra bu tarzda çekilen bir başka çizgi roman uyarlaması "Tarkan" filmleri gelse de onu aynı zamanda romantik aşk filmlerinin jönü olarak da görecektik. Yani Kartal Tibet sinemada ayrım yapmadan her role çıkmış ve başarmıştı. 1972 yılında çevrilen "Vukuat Var" filmi, Orhan Kemal'in aynı isimli romanı ve "Hanımın Çiftliği" eserlerinden sinemaya uyarlanmıştı. O dönemin alışkanlıklarıyla bir Yeşilçam melodramına dönen bu eserler tanınmaz hale gelirken Kartal Tibet oynadığı Muzaffer karekteriyle Orhan Kemal eserinin hakkını veren tek kişi oluyordu.
O çocukluğumuzdaki Tarkan, Karaoğlan filmlerine üniversite yıllarımızda gülmeye başlamıştık ama şimdi tekrar düşündüğümde o kısıtlı olanaklara, teknolojinin yetersizliğine baktığımızda çizgi romanın sinemaya taşınması az buz bir şey değilmiş hani. Hele o ilk yapılan Karaoğlan filmine baktığımızda ise çizgi romanı yapan Suat Yalaz ile birikte kotarılması ve yanısıra müziğine bile itina ile yaklaşılması bugün bile övgüye değer.
1980'lerden sonra Yeşilçam sineması bitti ve bir dönem hatıralarda kaldı. İşte o zamanlarda Kartal Tibet'i görmez olduk. Kim bilir belki de eski sararmış fotoğraflarda unuttuk bile. Oysa Tibet gene vardı. O sinemaya yakışıklılığı ile girmiş bir "jön" değildi, konservatuarlı bir tiyatrocuydu. Kariyerine de Ankara Devlet Tiyatrosu'nda başlamıştı. İşte onu 1980'lerden sonra beyazperdede görmedik ama o beyazperdede izlediğimiz bir çok filmin yönetmen koltuğunda gördük. Hafızalarımıza yer etmiş (hatta bugünkü kuşakların bile izlemeye doyamadığı) Tosun Paşa filmi onun yönetmenliğiyle çıkmıştı. Sadece o mu "Zübük" başta olmak üzere bir çok Kemal Sunal filminin yönetmen koltuğunda o vardı. Sadece yönetmenlik değil, bir çok filmin senaryosunu da kaleme alacaktı.
Kartal Tibet'i 2 Temmuz 2021'de yitirdik. Onun ardından bir yazı yazmak istedim. Belki de bu bir vefa borcuydu. Çizerliğin "Çiziktirme" diye tanımlandığı bu günlerde, çizgi romanı sinemada oyunculuğuyla canlandıran bu insana kendimce bir saygı yazısı sunmayı hissettim.
Aptulika
Tarkan, karaoğlan bilgisayarın ve oyunlarının olmadığı çocukluğunuzub yenilmez kahramanlarıydı. İyi ki vardılar.
YanıtlaSil