Sayfalar

26 Mayıs 2017 Cuma

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 45





Ah Beyoğlu, Vah Beyoğlu 

Salâh Birsel







Kesmeşeker grubunun gemi kaptanı Cenk Taner, futbolumuzun emek savaşçısı Metin Kurt'u anlattığı şarkısında "İki şişe ucuz şarap/ Bir tarih yazabilir" der. Bunu ilk duyduğumda çok anlamlı bulmuş ve anılara bodozlama dalmıştım. Pahalı şarap deseniz bir anlamı olmuyordu, o geçmişin ucuz şarapları gerçekten yaşadığımızın kanıtlarıydı ve gerçekten tarihimizi onlar yazmıştı. Geçenlerde elime geçen bir kitap bu sözün ne kadar da yerinde bir tespit olduğunu bir kez daha kanıtladı diyebilirim. Kitabın ismi "Ah Beyoğlu, Vah Beyoğlu" ve yazarı ise Salâh Birsel


Kendi adıma Salâh Birsel'i hayatıma bu kadar geç ve tamamen bir tesadüf eseri aldığım için de kendime çok kızdım. Lise yıllarında şairler kitaplığımda yekünü yüksek vaziyette bulunsa da Birsel'den hep uzak durmuştum. Bunun nedeni belki de fotograflarındaki görüntünün ciddi bir adam izlenimi bırakması olabilirdi. Bu yüzden o dönemin şairleri arasında en az bilgimin olduğu da oydu. Onun bu kitabını sahafta çok ucuza bulduğum için aldım. Belki kapağı çok hırpalanmış olduğundan olsa gerek kitaba sadece üç lira vererek aldım. Eve gelip, okumaya başladığımda ise sıkılıp yarıda bırakacağımdan emindim. İlk sayfalarını çevirmeye başladığımda "Baylan, Markiz muhabbeti" gibisinden ağır ağdalı edebiyat anıları gelecek olduğuna emin oluyordum ki iki sayfa geçtikten sonra kaptırıp gittim. 

"Ah Beyoğlu, Vah Beyoğlu" adından da anlaşılacağı gibi Beyoğlu temalı mekanlar ve anılardan oluşuyor. İnsanlar, mekanlar ve edebiyatçılar derken bir edebiyat tarihi ortaya çıkıyor. En azından bunun bir edebiyat tarihi olduğunu bizzat yazarı zikrediyor. Okurken bunun çok abartılı bir yaklaşım olduğunu düşünmedim değil hani. Öncelikle bu kadar keyifle okunan ve içinde mizahı da barındıran bir tarih kitabı olabilir miydi? Yanılgımız da buydu belki de. 

Salâh Birsel bu kitabı 1976 yılında çıkartmış. "Salâh Bey Tarihi" 
ismini verdiği dizinin ikinci bölümü olan bu kitapta edebiyatcıların gittiği pastaneler, meyhanelerin izini sürerek bir tarih külliyatını karşımıza çıkarıyor. Tabi bu tarih çıkarken yanısıra süren mizah yer yer yazarın kendisine de vurabiliyor. Burada yanılgılarımızdan biriyle daha karşılaşıyoruz. Tarih gibi ciddi bir konuda mizah barınabilir mi? Kitabı okuduktan sonra Mizah gibi ciddi bir şeyin tarih gibi matrak bir şeyi pekala anlatabileceğini anlıyorsunuz. 

Salâh Birsel (1919 - 1999) şiirleri hakkında ufak çaplı bir kaç kişiye sorduğumda "şairanelik yapma yerine yergici şiirler yazdığını" öğrenecektim. Bu açığımı onun şiirlerini de okuyarak kapamaya çalışacağım, dedikten sonra kitaba gelelim. Kitap hakkında Enis Batur şu tanımı yapmış ki, burada yer vermeden geçersem bir hayli ayıp olur fikrindeyim. Sözü iyisi mi, Enis Batur'a bırakalım: "1976 yılından bu yana, edebiyatımızın kült kitaplarından biri sayılagelmişse, bunun en somut nedeni bir benzerinin kaleme alınamamış olmasından geliyor. "Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu", yalnızca bir semtin, bir caddenin panoramik tarihi olarak sınırlanamaz: Aynı zamanda bir dönemin çokrenkli tanığıdır. Daha da önemlisi: Türk Edebiyatı'nın en keyifli yazılarından biri." 
Kitapta Osmanlı döneminden başlayıp, Cumhuriyet dönemi 40 kuşağı şairlerine 1950 ve 60'lara kadar Türk Edebiyatının bir çok ismine rastlıyoruz. Bu gezintiği yaparken şimdi Beyoğlu'nun yerinde yeller esen mekanları içinde geziniyoruz. O meyhaneler gözümüzde birbir canlanırken adamın ağlayası geliyor. Size kitapta şu var bu var demeyeceğim. Biraz kendinizi zorlayın ve şu bilgisayar henzelerinde birbirinize ahkam kesip, geyik yapıp tivit denilen kuş ötüşlerini yapmaya biraz ara verin ve bu kitabı bir şekilde edinin ve okuyun. Ancak ben gene size kitaptan bir kaç bölümü burada aktarayım da biraz ilginizi çimdiklemiş olayım. Buyrun bakalım. 

İlk olarak kitaptan bir şair tanımı ile başlayalım, "Kısacası şair, çocuklarını hep aynı renk ve biçimde giydirmek isteyen babadan çok, küçük kardeşlerinin hangi renk ve biçimde giysi içinde daha güzel, daha sevimli olabileceklerini, onların hareketlerinden ve sözlerinden anlayarak onlara istedikleri renk ve biçimde giysiler giydiren bir ağabey, anlayışlı bir ağabey durumunda olmalıdır." Bu satırları okuyup, vay be dememek mümkün mü? Bir tokat gibi adamı kendine getirmiyor mu? Bu satırları okuduktan sonra şimdi daha bir iyi anlıyorum ki, hayatımızdan şiiri çıkarmaları boşuna değilmiş. Şairsiz kalmamız, şiirin zamanını tamamlamış olması değil, bizim düpedüz kimsesiz kalmamız gibi bir şeymiş. 

Kitapta geçen mekanlardan biri de Nisuaz. Anladığımız kadarıyla bir kahvehane ama o yıllarda kadınların da girdiği bir yer. Edebiyatçıların müdavimi olduğu bu yerin nerede olduğunu kitaptan Birsel'in klavuzluğunda görelim, "Nisuaz, Emek sineması (eski Melek sineması) sokağının karşısına gelen Kuloğlu sokağının İstiklal Caddesine döküldüğü köşede, sokaktan çıkarken sağda." İstanbul bu o kadar değişiyor ki anlayabilirsen anla. Şimdi o sinema bile yerinde başka bir şey oldu olacak, ben tarif edeyim desem daha da anlaşılmaz hale gelecek. Bir diğer korkum da geçen hafta gittiğim Beyoğlu'nda neyin nerde olduğunu bulamamışken millete nasıl anlatayım. Ama en azından yeri biraz gözünüzde canlandırabilirsiniz gibime geliyor. Her neyse lafı uzatmayalım ve kitabın bir başka sayfasına dönelim. Tabi önce bir takım açıklamalarla. O dönem Nisuaz'a sadece edebiyatçılar ve sanatseverler gitmiyormuş. Ara sıra buraya "gündüz yosması" denilen ve öğleden sonra iş tutan hayat kadınları da soluklanmak için gelirmiş. Kahvede o sıra Süavi Koçer (1909 ile 1987 arasında yaşamış şarimizin şiirleri "Uzay Yolcuları" adıyla 1965 yılında tek kitapta toplanmıştı. Bu yüzden adamın ismi şimdilerde eksi sözlük tayfası tarafından "Uzay Şairi" diye anılıyor. Milletin onu da bildiğine şükür. Süavi Koçer, Galatasaray Liseli ve Serveti Fünun başta olmak üzere döneminin önemli dergilerinde şiirleri yayınlanmış, gazetecilikte yapmış bir şahsiyettir.) ve Necati Cumalı bulunmaktadır. Bundan sonrasını kitaba ve Salah Birsel'e bırakalım, "Süavi'nin kendisine şiir okuduğu gündüz yosması, bunların en akıllılarından biridir. Yaşamın içinde pişmiş, hadi lafımızı esirgemeyelim, filozoflaşmıştır. Bu yüzden Süavi'nin şiirini büyük ciddiyetle dinler. Süavi okumasını bitirip de: 
- İşte biz ozanlar özgürlük şiirleri yazarız.
deyince , o da Nisuaz tarihinde büyük yer tutan, Necati Cumalı'nın yüreğine de bir koşturma salan şu özdeyişi döktürmüştür:
- Zaten özgürlüğü ozanlarla fahişeler koruyorsa koruyor."
Kitapta Sait Faik, Orhan Veli, Orhan Kemal. Attila İlhan, Aziz Nesin, Yahya Kemal, Bedri Rahmi ve daha niceleri o mekanlarla birlikte karşımıza çıkıyor. Cumhuriyet öncesi ve sonrası rakı ile yanına küçük meze getirilen çay bahçelerinden, meyhanelerine, pastanelerine, operacıların çıktığı bira bahçelerine kadar şimdi hayal bile edemeyeceğiniz büyülü bir tarih. Okuyun derim.
 Şimdi bu keyifi aldıktan sonra Salah Birsel'in diğer kitaplarının peşine düşeceğim. Bu arada Süavi Koçer'in "Uzay Yolcuları" kitabını da arayacağım ama biraz çetin ve pahalı bir arayış olabilir ama ne yapalım arayacağız. 
APTULİKA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder