Sayfalar

5 Nisan 2017 Çarşamba

İngiliz Blues'ının mucidi ALEXIS KORNER

“Anlatacakları olan müzisyenlere her zaman vaktim var”

Alexis Korner




Rolling Stones kariyerlerinin başında dinledikleri ve söyledikleri Chicago Blues parçalarından oluşan 26. stüdyo albümü "Blue and Lonesome"u geçtiğimiz senenin son ayında çıkardı. Elli beş senelik grup Mick Jagger`ın dediğine göre ilk defa hücum kayıt ile stüdyoda canlı kayıt bir albüm çıkardı.

Daha önce böyle bir albüm kaydetmemiştik. İlk albümümüzde bile üst üste kayıtlar vardı”

Keith Richards da müziğe başlama sebeplerinin Chicago Blues olduğunu söylüyor.

1962'de Londra'da müziğe Chicago Blues çalarak başladık. Bu şan, şöhret isteyenler için doğru bir yol değildi”

Albüm çıktığında kariyerlerinin ilk döneminde onlara kanat geren, O dönemlerde İngiltere'deki, büyük bir ihtimalle de Kuzey Amerika dışındaki ilk blues klübünü, ilk blues bandosunu kuran Alexis Korner’ı hatırladım.

12 - 13 yaşlarında rock müzik dinleyen benim gibi birinin müzik üzerine kalem oynatabilmesinin sebeplerinden biri de Alexis Korner. 80'lerde rock müziğin abc' sini öğrenmeye aç  ben ve benim gibi yüzlerce akranımın kendilerini eğitebilmeleri o zamanlardaki kısır kaynaklarla olmaktaydı.

TRT 3'te Sebla Özveren ve Yavuz Aydar tarafından yayınlanan Stüdyo FM'in rock tarihinin atalarını tafsilatları ile verdiği seri programlardan birinde dinlemiştim kendisini. Dinleyicilerin talepleri ile belirlenen rock müziğin kilometre taşlarının çalındığı programların belki de birincisiydi isminin alfabetik üstünlüğü nedeniyle.

Korner, her ne kadar tüm bir rhythm & blues, (RnBdeğil!!) blues-rock geleneğini (en azından İngiltere'dekini) sadece ona mal etmek uygun olmasa da adadaki skiffle rönesansını inşa eden Lonnie Donegan ve bluescu kardeşleri Cyril Davis, Graham Bond ile birlikte 60ların İngiliz blues-rock patlamasının en önemli figürlerinden biri. Ve diğerlerinin (Davis , Bond) çok erken ölümleri nedeniyle daha ön planda değerlendirilen, Rolling Stone dergisinde 1971'de yayınlanan makalesinde Andrew Bailey'in herkese mal olmuş deyimiyle “hepimizin babası” Alexis Korner bu yazımın konusu.

Anne Anadolu kökenli Rum, baba Avusturya kökenli Yahudi. Paris doğumlu, çocukluğu Kuzey Afrika, İsviçre ve Fransa'da geçiyor. Bir gün Akdeniz'de plajdayken savaşın başladığını duyup, bir yılı geçmeden İtalyan denizaltısıyla kovalama oynayan bir gemi ile ailece İngiltere'ye kaçıyorlar.

Annesi öldüğünde anne tarafından akrabaları bu işleri bırakıp, aile mesleği olan gemicilik işine girmesi için zorluyorlar onu. Tam bu aralar bir plak hayatında bir dönüm noktası oluyor. BBC'deki bir söyleşisinde blues'a gönlünü Jimmy Yancey'in ‘’ Slow and Easy’’ si sayesinde kaptırdığını, klasik müzik eğitimi almasını isteyen babası tarafından bu “yoz” müziklerin evdeki piyano'da çalınamayacağını söylemesi ile de ilk müzikal baskının en yakınından geldiğini söylüyor.

BBC'deki bir radyo programında 1940larda İngiltere'de gençlere bakışı da göz önüne sermekte Alexis Korner;

O zamanlarda 12 ila 18 yaş arasındakilerin toplumda hiç bir yeri yoktu. Yemeğe biri geldiğinde size masada yer bile ayırmazlardı. Sevilip, okşanacak kadar küçük, çalışacak kadar da büyük değilseniz kimse sizinle ilgilenmezdi. Varolamazdınız. , bir şeyler öğrenmek için şanslı olmalıydınız. Artık bunlar kalmadı. 13 yaşımdaki beni mikroskop altında inceleme imkanınız olsaydı çökmüş, bitmiş olduğumu görürdünüz."

Paris'te askerliğini yaparken orada bulunan Ledbelly gibi Amerikalı bluescuları seyretmesi içindeki alevi körükledi. 1950'lerde Skiffle diye tabir edilen cazın folk ile harmanlandığı tarz Britanya'da tekrar canlanınca Chris Barber'ın önderliğinde ve onun caz grubu ile mandolin çalarak sahnelere adım atmış oldu. İlk plağı 1954'de Ken Colyer's Jazzmen / Ken Colyer's Skiffle Group adı ile yayınlanan Back To The Delta albümüydü.




50'lerin ortasında Cyril Davis'in işlettiği London Skiffle Club'unda takılmakta ve zaman zaman sahneye konuk olmaktayken,  Cyril Davis'in “Artık bıktım bu Skiffle şeylerinden hadi gel burayı beraber bir blues klübüne çevirelim” demesiyle bir ikili oluşturup klübün ismini London Blues & Barrel Club yapıyorlar. Skiffle klübü iken tıka basa klüpte blues müzik müşterilerden rağbet görmüyor. İlk gece sadece 3 kişi geliyor. Bu arada sahnede 4 kişiler!! ;) Yine aynı radyo programında grubun elemanlarından, müzik yaşamına Cyril Davis ile başlayan ingiliz blues müziğinin yapı taşlarından saksofoncu Dick Heckstall-Smith, Cyril Davis'in kendisinden önce iflah olmaz bir saksofon düşmanı olduğundan bahsediyor.

Adanın bu ilk blues klübünde ikili olarak çalan Davis ve Korner daha önce hiç sorulmamış bir soruya da muhatap oluyorlar.Beyaz adam blues çalabilir mi?” 
Delta blues ile hiç bir bağı olmayan Yunan, Türk, Yahudi kökenli, İngiltere'ye göçmüş bir Fransız vatandaşı ile bir ingiliz ikilinin bu soruya hazırlıklı olmadıkları kesin.


Bu müziğin mucidi siyah adamları bu klüpte ağırlayan iki kafadardan Alexis Korner; “Muddy Waters, Memphis Slim, Sonny Terry & Brownie McGee, Champion Jack Dupree gibi plaklarından bir şeyler öğrendiğimiz ustalarımızla bu klüp sayesinde beraber çalma, arkadaşlık etme imkanı bulduk. Yeryüzünde blues'u öğrenmek için en iyi hocalar onlardı o sıralarda” diyor. “Ayrıca bizi dinlemeye gelen o zamanların önde gelen müzik eleştirmenlerini de hiç iplemiyorduk, çünkü gerçek hocalarımız bizi destekliyordu ve cesaretlendiriyordu”

Hemen herkes Newport festivalini 1965'te Bob Dylan'ın ilk defa “elektriklendiği” ve yuhalandığı festival olarak hatırlar. Ama bu işin daha da öncesi var. Muddy Waters 1958'de bu işi yapmış ve gitarını amplifikatör aracılığı ile prize takmıştı. Bunu emir telakki eden Cyril ve Alexis hemen kendilerini elektrik blues'a adapte etmek zorunda hissettiler.

O zamanki caz klüplerinde amplifikatör olmadığından istediğimiz müziği sadece kendi klübümüzde icra edebiliyorduk.”




İlk defa elektrikli Chicago Blues'unu kendi klüpleri dışında icra edebildikleri yer yine Chris Barber sayesinde Marquee Club oldu. Chris Barber'ın 2 seti arasında Chicago Blues çalabiliyorlardı.
Bir sonraki durak olan kendi klüpleri Ealing Club'da artık tamamen kendi setlerini çalıyorlar ve sonradan herkesin tanıyacağı bir çok ünlü müzisyenin müziğe başlama sebepleri oluyorlardı.




Oğlu Damien Korner o günleri hasretle anıyor; “Evimiz fikir sormak, dertleşmek isteyen yeni yetme müzisyenler tarafından çat kapı uğranılan bir yerdi. Gecenin bir yarısında Brian Jones'u Phil Seaman'ı kapımızı yumruklarken, Mutfak camını tıklatırken bulurduk. O zamanlar bunun normal olduğunu, yuva dediğin şeyin bu olduğunu düşünürdük.”




Ealing Club'de blues zehrini alan isimler saymakla bitmez; Art Wood ( Ronnie'nin ağabeyi) Charlie Watts (evet o!) Mick ve Keith (evet onlar!, ki Blue Boys adı ile ilk defa orada sahneye çıkmışlar) Eric Burdon(Animals), Dick Heckstall Smith(Colosseum), Paul Jones(Manfred Mann), Long John Baldry, Manfred Mann, Jack Bruce, Paul Kossoff ve Andy Fraser( Free), John McLaughlin, Steve Marriott (SmallFaces, Humble Pie), Robert Plant, Dave Holland, Danny Thompson (Fairport Converntion).... Liste gerçekten çok uzun.




Daha sonradan kendisindeki bu yetenek avcılığı sorulduğunda “Eminim ki bu kadar yetenekli genç müzisyenin benimle çalışmayı tercih etmesindeki sebeplerden biri de benim R & B grubum dışında piyasada çalışabilecekleri, haftada 2 gece sahneye çıkıp, en az bin kişiye ulaşabilecekleri başka bir grubun bulunmamasıydı. Bu kadar kişiye ulaşmamıza rağmen kendimizi The Tremoloes veya benzeri pop grupları gibi ünlü hissetmezdik.” diye daha sonraları bir çok çırağının ulaşacağı rock star mertebesi ile derdinin olmadığını söyleyecekti.

1960’ ların ikinci yarısında müzisyenliğinin dışında bir çok dergiye blues makaleleri yazan müzisyen aynı zamanda BBC'ye çocuk programları, eğlence ve müzik programları da yapmaktaydı. Bu radyo programlarında biri de Top Gear'dı ve bir bölümünde o zamanlar yeni tanıtımı yapılan Jimi Hendrix ve grubu Experience'ı ağırlarken gruba Hoochie Coochie Man parçasında slide gitarı ile eşlik de etti.

Genç yaşta hayata veda eden ve başka bir yazının konusu olmayı hak eden Graham Bond da Alexis Korner'ı her şeyin başlangıcına koymakta;



Hepimiz ondan bir çok şey öğrendik. Şimdilerde Rhythm & Blues denilen müziği başlatan en önemli kişidir. Gerçekten bu işin babasıdır. Motivasyonu çok yüksekti ve harika bir insandı. Alexis Korner's Blues Incorporated benden önce Cyril Davies, Dick-Heckstall Smith, Ginger Baker ve Jack Bruce ile kurulmuştu. Cyril ayrıldığında gruba dahil olma şansı elde ettim.
Aynı şekilde John Mayall da kendini kanıtlamadan ondan çok şey öğrenmiştir. 60'ların İngiltere'sini Be-bop zamanındaki Amerika'ya benzetebiliriz. Tamamen yepyeni bir sanat akımı doğuyordu. İngiliz ticari müzik akımını değiştirmiş kişidir Alexis Korner.




Alexis 1968 yılında kıta avrupasında Hollandalı Cuby & The Blizzards, Danimarkalı Beefeaters grupları ile beraber konserler verdi. Cuby & The Blizzards'ın Live in Düsseldorf albümünde, Beefeaters'ın Meet you there albümünde yer aldı.

70'lerin başında blues ateşinin rock alevine döndüğü dönemde Peter Thorup (Beefeaters), prodüktör Mickie Most, Donovan'ı üne kavuşturan John Cameron ile C.C.S. (Collective Consciousness Society) isimli bir “rock big band” kurar. Yayınladıkları ilk albümde 1968'te beraber kayıt yaptığı fakat sonra Jimmy Page ile Led Zeppelin adıyla şöhrete kavuştukları Whola Lotta Love'ını Kenny Wheeler, Henry Lowther gibi ustalarla Chicago ve Blood Sweat & Tears ile yükselen brass rock tarzı ile yorumlar. Albümün bir başka parçası ise diğer evlatları Keith Richards & Mick Jagger hiti ‘’ Satisfaction’’ olur. Yaptığı yatırımların karşılığını alır genç müzisyenlerden.




Unutmadan, Pete Townshend'ın, Mick Jagger ve Keith Richards'ın Alexis Korner'dan kariyerleri için nasıl yardım gördüğü konusunda güzel bir sözü var.



Alexis Korner'ın ingiliz blues sahnesine çok büyük tesiri vardır. Sadece Rolling Stones'u biraraya getirmesi için bile hayatının sonuna kadar tahtırevanla taşınması gerekir”

Keith Richards o günleri şöyle hatırlıyor;




Alexis Korner tüm bu blues işlerini gerçekten biraraya getiren kişiydi. Yıllardır caz kulüplerinde çalıyordu, çalınabilecek tüm kulüpleri, tüm bağlantıları bilirdi. Ealing Club'ı Cyrill Davies ile açtıklarında biz de oraya takılmaya başladık. Ya ilk gittiğimiz akşam ya da ikincisindeydi, Alexis Korner sahneye çıktı ve “şimdi bir konuğumuz bize biraz gitar çalacak, Cheltenham'dan geliyor, onca yolu aşıp Cheltenham'dan geliyor” dedi.

Bir de baktık Brian (Jones) da-da-da, da-da-da diye slide gitar ile Elmore James çalmakta Bu da nasıl bir şey? dedim. Dust My Blues'u bitirdiğinde hemen Brian'a yanaştık. Gerçekten fantastik ve havalıydı. Bizim kafamızdaydı. Ve sanki dünya üzerinde kimsenin çalmadığı gibi çalmaktaydı. Onu biraz Jimmy Reed ve Chicago Blues numaralarına alıştırdık ki hiç dinlemediği şeylerdi. Daha çok T-Bone Walker ve caz-blues'a yatkındı. Onu Chuck Berry yönüne döndürdük. Dedik ki “ Bak hepsi aynı ..kun soyu adamım, becerebilirsin” .




Alexis Korner da kendisine Rolling Stones için önemli olduğu söylendiği bir programda

Her müzikal hareketin teşviği ile müziğe başlayan büyük müzisyenleri olmuştur.”  diyerek kendisinin sadece bir katalizör olduğunu onlara imkan sağladığını belirtmiştir.

1963'te haftasonları kulüp kulüp gezen ve müzik dünyasına karışmak isteyen, sonraları Animals grubu ile tarihe kazınan o zamanın tıfıl Eric Burdon'u da Alexis'in klübüne dadananlardandı.




Newcastle'dan otostopla haftasonu için Londra'ya gelmiş, kulüp kulüp gezip, müzik dünyasına karışmak istiyordum. Bir akşam Alexis'in klübünde canlı müziğe ara verildiğinde yanımdaki çilli ve kısa saçlı çocuk sahneye atladı. Mick Jagger'ı ilk kez orada dinledim.”

1972 yılında Steve Marriott (Humble Pie) Amerika'da King Crimson ile ortak turnelerine Alexis Korner ve Peter Thorup'u ön grup olarak davet eder. Turne sırasında sıkı fıkı olduğu King Crimson elemanları Ian Wallace (davul), Boz Burrell (bas), Mel Collins (saks, flüt) turne sonrasında gruptan ayrılınca Snape isimli yeni bir grubun temelleri atılır. Gruba Ginger Baker's Air Force'da Afrika vurmalıları çalan Gaspar Lawal ve Vinegar Joe piyanisti Tim Hinkley de katılınca grup 7 kişilik geniş bir kumpanyaya dönüşür. 30 günlük Almanya turnesinde 200.000! kişiye çalan grup bir önceki prodüksiyon grubu gibi aranjeli, yazılı, çizili bir müzik değil tamamen doğaçlamaya dayalı caz esaslı blues çalmaktadır.


Saksofoncu Mel Collins anlatıyor; “Konserlerden sonra Alexis, Steve Marriot, Boz Burrell ve ben otel barlarında buluşur ve takılır ve çok eğlenirdik. King Crimson Alabama'da turnenin kendine ait kısmını bitirmişti. King Crimson ile yollarımız ayrılıyordu. Alexis, Ian'a davulcuya ihtiyaçları olduğunu onlara katılmasını teklif etti ve Ian ile beraber turneye devam ettiler.
Boz ve ben de turne angajmanımız bitince iki genç kız ile birlikte bir arabaya atlayıp turne yapımcısının New Orleans'da bize tatil için kullanmamıza izin verdiği evine gittik. Alexis 2 hafta sonra turne dolayısıyla New Orleans'a uğradığında Boz'la beraber onları izlemeye gittik. Sahne arkasında buluştuğumuzda Alexis grubu genişletmek istediğinden bahsetti ve Boz'a turun son 6 haftası için onlara katılmasını teklif etti. Terk edilmiş ve sahipsiz gibi gözüktüğümden acıdığından olacak, soyunma odasından ayrılırken Alexis bana döndü ve bir bakış attı ve tabi ki Mel'i de yalnız bırakamayız” dedi. Ben de gruba dahil olmuştum. Turneyi hep beraber bitirdik.

1977'de yine genç müzisyenlerle kaydettiği ‘’ The Lost’’ albumünü şimdilerde herkes tarafından tanınan bas gitarist Cliff Williams (AC DC), davulcu Graham Broad (Roger Waters), gitarist Danny McIntosh (Kate Bush), Jim Diamond'dan (80lerin başında "I Should Have Known Better” single'ı ile tanınmış, başarılı bir solo kariyer yapmıştı) müteşekkil Bandits grubu eşliğinde kaydetmişti. Albüm'de deneyimli bir gitarist daha bulunuyordu; James Litherland. Daha önce Colosseum, Brian Auger, Long John Baldry ve Leo Sayer gibi tanınmış müzisyenlerle çalışmıştı.

1979''da Ian Stewart, Dick Morrisey, Charlie Watts, Jack Bruce, Chris Farlowe ile birlikte yine bir all-star band kalkışmasına girişir. Rocket 88 adıyla kurdukları boogie woogie grubu Hannover'de Rotation klüpteki konseri filtresiz kaydedip, yayınlarlar. Albüm Boogie Woogie şehitleri Pete Johnson, Joe Turner, Fats Domino'nun ruhuna düzenlenmiş ayin gibidir.




Ölümünün 10. yılındaki saygı konserlerini düzenleyen, yakın zamanda Blues Hall Of Fame'e dahil edilen ve bir dönem grubunda çalan gitarist Norman Beaker her zaman nazik ve iyi bir grup lideri olduğunu ve onun 2- 3 yıllık şaşalı günler yerine uzun soluklu ve çok daha saygın bir müzik hayatı olduğunu belirtiyor.

Kariyerimin başlarında bana ağabeylik yaptı, işin inceliklerini anlattı. İtalya'dan sahne teklifi aldığımda bana fiyatımı ikiye katlayarak söylememi ve yarısını peşin almamı söylemişti.”




Alexis çocuklarımın vaftiz babasıdır. Vaftizden sonraki kutlama sırasında sarma cigaralığı ile kafa bi dünya dolanırken dini bütün akrabalarım onun vaftizden büyülenip, huşu içinde gezindiğini düşünüyordu :) “

Yine saksofoncu Dick Heckstall-Smith'e dönersek, 1989'da yayımladığı otobiyografisi The Safest Place in the World'de; “Görünüşte müzik yapıyordu ama esasında ideolojik bir meselesi vardı, tıpkı bilek güreşi gibi boğuşurdu. Fulham'daki küçük kulüp Troubador'da kerli ferli bir çok bopçuların arasında yapayanlız bir bluescu olarak varoldu. Güçlü kişiliği ile görünmez ve ölümcül bir silahla kuşanmıştı adeta. Bu sessiz direnci ile her zaman neşeli ve sakindi.” diye belirtiyor.




Jethro Tull'ın kurucusu ve her şeyi Ian Anderson 1970'de İngiliz dergisi Beat Instrumental'e verdiği röportajda ”Beatles ve Stones'un ilk yaptıkları ile pop müziğe merak salmıştım. Oradan Jimmy Reed, Howlin' Wolf gibi köklere atladım. Alexis Korner'ı keşfetmem beni Charles Mingus ve Ornette Coleman'lara ulaştırdı.”  diyor.




Kariyeri boyunca bir çok albüm çıkarmasına rağmen kayıt stüdyolarında kanal kayıtları, kayıt teknikleri, tekrar tekrar aynı partisyonların hatasız çalınmasına çalışılması gibi uğraşlar Alexis Korner'a beyhude geliyordu. jam session, hücum kaydı, doğaçlama ... işte bunlar sevdiği şeylerdi.

Küçük, berbat klüplerde çalardık. Çalabileceğimiz yerler ancak buralardı. Bana bluescudan ziyade cazcı diye bakarlardı. Kimse blues nedir bilmezdi ki. Öyle veya böyle bir çeşit caz çalmak zorundaydınız. Bu kisveden hoşlanmıyordum, kendimi caz müzisyeni olarak hissetmiyordum. Benim için hisleri yansıtmak emprovizasyondan daha önemliydi. Eğer doğru ifadeyi, tavrı yakalayabilirsem onu değiştirmeden tekrar etmeyi yeğ tutuyordum doğaçlama yapıp yapmadığımı önemsemeden.”

Benim için iki tarz arasında temel bir fark var. Bir cazcı kendisini ses temelli ifade eder, diğer cazcılardan farklı tınlamalıdır. Ama blues'da hissettiğin doğru sesi bulduysan o seni ifade edecek ses olacaktır. Ruh halin kişisel doğaçlama yeteneğinin önüne geçer.”


İflah olmaz bir sigara tiryakisi olan Alexis Korner Colin Hodgkinson ile yeni albüm kayıtları sırasında fenalaşarak hastaneye kaldırıldı. 1 Ocak 1984'de akciğer kanserine bağlı beyin tümöründen öldüğünde 55 yaşındaydı. Ömrünün hiç bir döneminde şan, şöhret, büyük paralar, lüks yaşam yaşamadı belki ama her zaman istediği gibi canlı, mutlu kalabalıklarla zengin bir yaşam sürdü. Kendisinin de kabul ettiği gibi iyi bir enstrümancı değildi ama iyi müzisyeni, iyi müziği bilirdi. Kendinden genç yeteneklere hep kol kanat gerdi.


Bir tarafım Türk bir tarafım Grek, bir tarafım da Avusturyalı. Ama ne bir tarafım Türk müziği, ne Grek müziği ne de Avusturya müziği bilir. Tastamam blues çalmak için yaratılmışım.”




CENK AKYOL 












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder