Sayfalar

7 Ocak 2017 Cumartesi

İstanbul karla kaplı


Bugün İstanbul kar ile kaplandı ve bembeyaz bir örtü hakim.
Soğuk havaları her ne kadar sevmesem de kar yağdı mı, iş değişir. Yağmurun ıslaklığı benim için sinir bozucudur ama kar yağması bir şenlikle eşdeğerdir. İstanbul en kabadayısından üç bilemedin dört gün kar kaplı durur. O meşhur “kar tatilleri” ise tarihi vaka olarak anılarımızda yerleşmiştir ve mitolojik destansı bir ifade ile anlatılır durur. Bunları yaşamışımdır ama en büyüğü bizden önce olmuştur ve babalarımız bile görmemiş, dedelerimiz anlatmıştır. O İstanbul Boğaz’ını buz kaplamış, insanlar bir yakadan diğerine yürüyerek geçmiş.
Boğaziçi’ni buz kapladığı ve insanların karşı yakaya yürüyerek geçtiği anlatıldığında bir çocuk olduğumu ve o zamanlarda daha boğaz köprüsünün yapılmadığını söylersem, bu olayın bir çocuğun hülyalarına nasıl yansıyacağını daha iyi anlayabilirsiniz. Oniki yaşıma kadar boğazdan vapurla Anadolu yakasına geçilebildiği dönemde bu anlatılanlara inanmak mümkün değildi hani. Boğaz’ı yürüyerek geçebilmek olacak iş değildi. Hadi bilemedin yüzebilirdin ama o da benim o tıfıl halimle olabilecek bir şey değildi.

Boğazın buzla kaplandığı öykülerin hayal gücü yüksek bir yaşlı tarafından uydurulduğuunu düşünsem de sonradan bu olayın fotoğraflarını görecektim. Olayın aslı Rusyadan gelen buz kütlelerinin boğazı kaplamasıymış.
Kar yağışının İstanbul’u esir aldığı ve şehri felç ettiği zamanları da sevmiş ve anılarımın en güzel köşesine yerleştirmişimdir.
O şehrin felç olduğu zamanlardan birinde Beyoğlu’nda dergide çalışıyordum. Eve dönmem imkansızdı ve dergide sabahladım. Ertesi gün tabanvayla yola çıkıp, Beyoğlu’ndan Kuruçeşme’ye kadar kar içinde yürümüştüm. Bu öyle keyifliydi ki Ortaköy’e geldiğimde tekel bayiinden bir bira alıp keyfime keyif katacaktım. Aynı tip bir kar yürüyüşünü de lise yıllarımda yapmıştım. Üstelik yanımda okul kaçkını üç arkadaşım da vardı. Cebimizde bu sefer kanyak vardı. Mesafe Baltalimanı’ndan başlıyor, Kuruçeşme’de bitmiyor Ortaköy’e kadar sürüyordu. Bu uzun kar yürüyüşlerinden bir başkası da seksenli yılların ortalarında Gırgır’da çalışırken olmuştu. O senelerde de İstanbulu felç eden kar tatili olmuştu ve ben dergide kalmıştım. Eve Cağaloğlu’ndan Kuruçeşme’ye yürüyerek dönmüştüm. Ne bir yorgunluk ne bir eziyet olmuştu, laf aramızda bugün olsa gene yaparım. (Şaka yapmıyorum)
Kar yağmasını çocukluktan beri severim velhasıl. En sevmediğim de kar yağmaya başlayıp, tutmamasıdır. Hele o karların erimeye başlaması yok mudur, tam anlamıyla felakettir, benim için. Kar yağar ve tutar camdan o manzarayı seyrederken, bir komşu elinde kürek karları temizlemeye başlar, gidip o anda dövesim gelir. Karda yürüyenlerin hep aynı ayak izini takip ederek yürümesini isterim. O beyaz örtüye bir zarar gelmesini istemem.
Kar belki de herşeyi bembeyaz eden temizlik gibidir. Okula başlayan bir öğrencinin yeni alınmış defterinin verdiği heyecan gibi bir şey. Eskiden İstanbulu kar kaplayınca bir başka olurdu. İstanbul’un silueti çıkardı. Zaman geçtikçe karla kaplanmış İstanbul görüntüsü, şehrin çirkinliğini kapatan bir hediye olmaya başlayacaktı. Çirkin beton binalar, zevksizlik bir anda beyaz bir örtüyle kapanıp güzelliğe dönecekti.
O çocukluğumda kar yağınca ilk tutan yerleri Boğaz’ın Anadolu yakasına bakarak, görür ve “Çamlıca tepesine kar tutmuş” diye haykırırdım. Kuleli’den, Beylerbeyi’ne kadar öyle güzel bir beyaz siluet çıkardı. Şimdi o çocukluğumdaki güzel görüntünün olduğu Anadolu yakasındayım. İster Anadolu isterse Avrupa yakasından baktığımda artık kar yağsa da o güzel manzara görünemiyor. Sanki artık kar da temizleyemiyor, aklaştıramıyor. Çirkin yapılaşma yırtık pırtık bir okul defteri gibi iç bulandırıcı ve onu kar da temizleyemiyor.
Gökdelenler kar tutmuyor galiba.

APTULİKA

bluesperisan@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder