Sayfalar

11 Şubat 2016 Perşembe

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı - 34




Efkar Tepesi

Lise yıllarımda devrimci abilerimizin önerdiği kitaplar vardı. Sol ile ilk tanıştığımız o yıllarda hep birbiri ardına önerilen kitaplar,  “Felsefenin Temel İlkeleri”, “Diyalektik Materyalizm” diye başlar, “Demir Ökçe” diye devam ederdi. Bu önerilen kitapları okumaya çalışır, ama içinden çıkamazdım.  Bu kitapların aralarında yer alan “Demir Ökçe” ise Jack London’ın bir romanıydı. O arada o da okuyamadığım kitaplar arasında yerini alacaktı.
Öneri kitapları, bir hap misali sandığımdan mıdır nedir bir türlü yutamıyordum. Ama kendi bulduğum kitaplarla mesafeyi kısa sürede kapayacaktım. O mesafe ne ise?
O yılların gündemdeki yazarlarının başında gelen isimlerden biri de Fakir Baykurt’tu. Türk romancılığının bu önemli yazarının kitapları toplumcu edebiyatın en çok talep görenlerindendi. “Efendilik Savaşı”, “Amerikan Sargısı’, “Tırpan”, “Irazcanın Dirliği” gibi eserlerinin yanısıra “Yılanların Öcü” romanı da sinema filmi olarak çekilmişti. O filmi izlemiş, “Tırpan” romanını da okumuştum ama benim için çok kapı açılmamıştı. İtiraf etmem gerekirse “Köy Romanı” denilen türe hiç bir zaman ısınamamıştım. Köyü anlatan romanlara kapı açılmamıştı ama Mahmut Makal’ın “Bizim Köy”ü ilgimi çekmişti ama o da roman değil, anı ve araştırma türünden bir kitaptı. Nazım Hikmet’in “Türk Köylüsü” şiiri hoşuma giderdi ama köy romanı ile hep mesafem olacaktı.  Ha bu arada Orhan Kemal’in köyü bana çekici gelirdi, o da ayrı mesele.
Belki de kent çocuğu olmam sebebiyle köyü anlatan romanlara ısınamıyordum. Üç sene öncesi bir sahafta karşıma bir anda Fakir Baykurt’un bilmediğim bir kitabı çıkmaz mı? Hadi oğlum kır zincirini dedim ve aldım kitabı. Kitabın ismi “Efkar Tepesi”ydi ve daha önceden böyle bir kitabını da duymamıştım. Kapakta Fakir Baykurt ismini görmesem, hem bu isim hem de kapak resminden dolayı onun eseri olduğunu anlamazdım. Kapakta köye giden bir şehirlinin, bir köylü kızına aşık olmuş ama başlık parasını toplayamadığı için kavuşamamış halini anlatan gibisinden bir resim yer alıyordu.
Uzun yıllar sonra barış imzalayacaktım ya oturdum ve kitabı açtım. Açıkcası bunca yıl sonraki bu buluşmadan korkmuyor değildim hani. İlk sayfayı çevirmemle okumaya başlamam bir oldu. Kitapı öyle bir okumaya başlamıştım  ki ayrılamıyordum.
Sözün özü, Fakir Baykurt’un bu kitabı köyü anlattığı bir romanı değildi. Yazarın öğretmenlik yaptığı köylerdeki anılarından oluşuyordu. Karşı devrimin başladığı Demokrat Parti yılları yani 50’lili yılların köyleri ve bir öğretmenin izlenimleri. O kadar yıl öncesinin anıları beni öylesine alıp götürdü ki sanki bugünün Türkiyesi ve sorunları anlatılıyor gibiydi. Bu kitabı herkese tavsiye etmek isterim ama bugün bu kitabın ne baskısı var ne de esamesi. Ben bir sahafta buldum ama bulabilene aşkolsun.
Fakir Baykurt, Köy Enstitüleri’nden yetişmiş bir aydın olarak 1950’li yıllarda köy öğretmenliği yapmış ve izlenimlerini “Efkar Tepesi” isimli kitabında toparlamış. Kitabın isminin “Efkar Tepesi” olmasını da yazarın kaleminden dinleyelim:
“Türkiye’nin uzak köşelerinden birinde Şavşat’ta bir tepe vardır. Adı ‘Efkar Tepesi’dir. Bu tepeden bakınca bütün Türkiye resim gibi insanın önüne serilir. Bir yan alabildiğine yeşil, yeşil, yeşil!..Bir yan bilemeyeceğiniz kadar yoksul ve geri. Varlıklar içinde yokluk, olanaklar içinde kısır kısır döngüler… Korkunç bir çelişkidir bu!..”
Fakir Baykurt bu izlenimleri Demokrat Parti’nin son yıllarında toplamış ve yazıya dökmüş. O gün yaptığı tespitler bugün de güncelliğini koruyor.  Ne diyelim bir kitap ve bugün okunması gereken ama yerinde yeller esiyor.  
Ben böyle dedim ama yazıyı yazarken bir de internete bakayım dedim. Bir de ne göreyim bu kitap geçen sene Literatür Yayıncılık tarafından yeniden basılmış. Şimdi sizlere yayınevinin tanıtım bültenindeki yazıyı  buraya aktarıp, ardından da yayının linkini vereceğim. Artık alır okur musunuz ya da okumaz mısınız o da size kalmış. Literatür Yayıncılık’ın kitabı tanıtım bülteni şöyle:

“Fakir Baykurt, öykülerinde köy yaşamının sertliği, yoksulluk, cahillik, taassup, batıl inanç, sömürü gibi sorunları ele alarak köylünün maddi ve manevi dünyasını toplumsalcı ve gerçekçi bir bakıştan işliyor. Gözlemlerden, canlı tanıklıklardan yola çıkan yazar, günlük konuşma dilini öyküye taşıyarak zaman zaman mizahi bir dil kullanıyor; bürokrasinin çarkları arasında sıkışan ama içinde de bir umudu barındıran "sıradan insanı", yaşadığı yerin atmosferiyle birlikte çarpıcı bir biçimde betimliyor.

İlk basımı 1960'da yapılan Efkâr Tepesi'ni yeniden okurla buluşturuyoruz: Fakir Baykurt, Efkâr Tepesi'nde, 1959-1960 arasında çeşitli yayın organlarında çıkan yazılarını toplamış. Bu yazılar gerçeklerden yola çıkan bir anlatı aslında. Partizanlık, din sömürüsü, köyün yoksulluğu, köylünün cahilliği, okur-yazarlık, kız çocuklarının okula gönderilmemesi gibi konular çarpıcı bir biçimde ele alınıyor. Kuşkusuz ki okur bugünle bağ kuracaktır kitabı okuduğunda…

Yollarımız, sokaklarımız, yazın tozdan, kışı çamurdan geçilmiyor. Martta nisanda pabucumuzu kurtarıp bir evden bir eve gidemiyoruz. Evlerimiz, eriyen karla, yağan yağmurla su içinde. Damlarımızdan, tavanlarımızdan sular eleniyor. Kilimi keçeyi ıslatmamak için oraya buraya çanak diziyoruz. Okullarımız da akıyor! Okullar aktıkça, çocukların öksürüğü artıyor. Hâlâ köylerimizin okul davası, kasabalarımızın hamam davası, helâ davası çözülmemiştir. Dört yıl önce Kızılay parasıyla temeli atılan hamamın tamamlanması, gene Kızılay'ın yapacağı yardıma bağlıdır. Epeyden beri de, okul çocuklarımızı, Sam Amca'nın süt tozuna alıştırmaya çalışıyoruz. Çiftçilerimiz, Toprak Ürünleri Ofisi'nin doksana mal edip otuza sattığı buğdayı gözlüyorlar. Bakımsız topraklarımızda ekinler, üçer karıştan fazla boy atmıyor. Söylevlerimizde, demeçlerimizde barajdan geçilmiyor ama bir yıl yağmur yağmasın, yiyecek buğdaya muhtaç kalıyoruz. Yememiz yeme değil, yatmamız yatma değil. Gıda işi, mesken işi, su işi, başlı başına birer sorun. Bunlar böyle önümüzde serilip dururken, biz de "Yattı kalkmaz, uzattı çekmez" sözündeki gibi, yatmışız bir görülmemiş uykuya; öyle bir uyku, öyle bir uyku, uyandırabilene aşk olsun! Korkunç bir yangeldimcilik!
-Ne Kadar İlerledik?- “

Şimdi de kitabın linki:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder