Sayfalar

31 Ağustos 2018 Cuma

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 76



“Çağdaş İspanyol Edebiyatı Öykü Seçkisi"

 Böyle kitapları her daim sahaflarda bulurum. Hepsinin de yayınlanış tarihi 1980'lerden öncesine aittir. Şimdilerde nedendir bilmem böyle antolojilere pek rastlamıyorum. Oysa 1960'larda bu tip seçkilerle fazlasıyla rastlaşıyormuşuz. 1950'lerde çıkan Macar öykücülerinin antolojisini hala unutamam. 
Bu tip kitaplar değişik coğrafyalardaki yazarları (tabiki insanları) tanımamızı sağlıyor. Söz konusu bir de öykü olunca sıkılmadan yapılan bir yolculuk gibi geliyor. Her öykü bitince de mola vermek gibi oluyor. Bu arada ben de bu kitabı bir seyahatte alıp, okumuştum zaten.
“Çağdaş İspanyol Edebiyatı Öykü Seçkisi", 2000 tarihinde çıkmış, yayınlayan da Kültür Bakanlığı. Hayret bir şey, Kültür Bakanlığı böyle işler de yaparmış demekki. Dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay'ı şöyle bir saygıyla selamlayalım hele.
Bu kitabı Prof. Dr. Yıldız Ersoy Canpolat hazırlamış ve de öküleri dilimize çevirmiş. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitiren Canpolat, Madrid Complutence Üniversitesi'nde İspanyol yazını üstünde araştırmalar yapmış. "Théophile Gautier et la Turquie" konulu teziyle edebiyat doktoru olduktan sonra, İspanyol yazınıyla ilgili çalışmalarıyla da doçentliğe ve profesörlüğe yükselmiş. Yıldız Ersoy Canpolat, İspanyol ve Latin Amerika yazınlarından 20'den fazla roman ve üç oyun çevirdi, iki inceleme (Çağdaş İspanyol Romanı ve İç savaş Sonrası İspanyol Romanı) ile İspanyol ve Latin Amerika yazınlarıyla ilgili çok sayıda makale yazdı, iki seçki (İspanyol Edebiyatı Öykü Antolojisi ve Latin Amerika Edebiyatı Öykü Seçkisi) hazırladı. Pío Baroja'dan çevirdiği Bilgi Ağacı ile Yaşar Nabi Nayır Çeviri Ödülü'nü kazanan (1982), İspanya Sivil Liyakat Madalyası (1990) ve Arjantin Liyakat Madalyası (1991) ile ödüllendirilen Yıldız Ersoy Canpolat'ın Luis Martín-Santos'tan çevirdiği Sessizlik Zamanı, YKY'nin Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi'nden çıkmıştır.
İspanyol öykücüleriyle tanışmak güzel oldu doğrusu. Bazı isimleri de not aldım, artık Türkçeye çevrilen olursa okurum diye. Kitaptan aklıma yer eden birkaç öykü oldu ama birinden bir bölümü de not almışım, onu sizlerle paylaşacağım. Miguel de Unamuno ( 1869 - 1936)'nun yazdığı "Burs" isimli öyküden bir bölüme kulak verelim hele;

"Çocuğu nasıl yediklerini anlatan dostuma onları suçlayarak 'Ya annesi babası ne oldu?' diyecek oldum.
- Hiç, dedi soğukkanlılıkla annesi babası yemeseydi nişanlısı yiyecekti.
- Fakat dedim, şaşırmıştım, hep böyle birbirimizi yemek zorunda mıyız? 
- Kuşkusuz, dedi karşımdaki. Siz de biliyorsunuz ya, dünyada yemekten ve yenilmekten başka ne var? Biz başkalarını yiyoruz, başkaları da bizi. Sürekli bir yutma olayı bu.
- Öyle ise yalnız yaşamalı, dedim.
Bunun üzerine şöyle yanıtladı:
- Hiçbir zaman başaramazsınız ki, O zaman da kendi kendinizi yersiniz."

Öykü edebiyat dalları için de en keyifi olanıdır. Kısadır ama kısa olanı yazmak daha bir maharet ister, bir solukta okursunuz ama tadı uzun zaman sürer. Hele böyle bir ülke öykücülerine ait bir antoloji ise biletsiz yapılan bir seyahat gibidir. 
Aptulika

29 Ağustos 2018 Çarşamba

Robert Zimmerman mı ... O da Kim?

 Robert Zimmerman’ı tanıyanınız var mıdır? Bir iki istisna dışında hepinizin yazının başlığında yer alan sözcükleri mırıldanacağınıza eminim. 
Eh hani böyle bir isim Avrupalı bir yazara ya da bilim insanına yakışır ama bir müzisyene uymaz. Elinde gitarıyla bir folk müzisyeni olmak için yola çıkan Minnesotalı genç kendine bir sahne adı bularak, afişe Bob Dylan diye yazdırır ve o gün bugündür dünya alem Robert Zimmerman’ı Bob Dylan diye bilecektir. 

İşte bu yazıdaki konumuz Rock dünyasındaki müzisyenlerin gerçek adları. 




Alice Cooper -  Vincent Damon Furnier
Bill Wyman (Rolling Stones) -  William George Perks Jr.
Billy Idol -  William Michael Albert Broad
Bob Dylan -  Robert Allen Zimmerman
Bono (U2) - Paul David Hewson
David Bowie - David Robert Hayward-Jones
Eddie Vedder (Pearl Jam) -  Edward Louis Severson III
The Edge (U2) -  David Howell Evans
Elton John -  Reginald Kenneth Dwight
Elvis Costello -  Declan Patrick McManus
Eric Carr (Kiss) -  Paul Charles Caravello
Eric Clapton -  Eric Patrick Clapp
Eric Singer (Kiss) -  Eric Doyle Mensinger
Freddie Mercury (Queen) -  Farookh Bulsara
Gene Simmons (Kiss) -  Chaim Witz
Iggy Pop -  James Newell Osterburg Jr.
Joan Jett -  Joan Marie Larkin
Joe Strummer (The Clash) -  John Graham Mellor
John Kay (Steppenwolf) -  Joachim Fritz Krauledat
Johnny Rotten (Sex Pistols) -  John Lydon
Jon Bon Jovi -  John Francis Bongiovi Jr.
Joni Mitchell -  Roberta Joan Anderson
Meat Loaf -  Marvin Lee Aday
Mick Mars (Motley Crue) -  Robert Alan Deal
Nikki Sixx (Motley Crue) -  Frank Carlton Serafino Feranna Jr.
Pat Benatar -  Patricia Mae Andrzejewski
Peter Tork (The Monkees) -  Peter Halsten Thorkelson
Ringo Starr (The Beatles) -  Richard Starkey
Ritchie Valens -  Richard Steve Valnezuela
Slash (Guns N' Roses) -  Saul Hudson
Steven Tyler (Aerosmith) -  Steven Victor Tallarico
Stevie Wonder -  Stevland Hardaway Judkins
Sting - Gordon Matthew Thomas Sumner
Tommy Lee (Motley Crue) -  Thomas Lee Bass


Dalton biraderler


Kimi zamanda müzisyenler kurdukları gruba göre kendilerine sahne ismi seçerler. Böyle olunca da onları kardeş ya da akraba sanırsınız. Mesela ben uzun süre punk – rock grubu Ramones’in elemanlarını kardeş sanıyordum… Bir nevi Daltonlar gibi de görünürler hani.  

Ramones
Johnny Ramone -  John William Cummings
Marky Ramone  -  Marc Steven Bell
Dee Dee Ramone  -  Douglas Colvin
Joey Ramone   -  Jeffrey Ross Hyman



Wilbury ailesi



Gene akraba sandığım aynı soyadı taşıyan elemanlardan kurulu bir grup vardı. Traveling Wilburys isimli bu grubun  1988’de çıkan albümünü kaset halinde almıştım. Ancak içersindeki resimde yer alan grup elemanlarını tanıyordum ama altta yazan isimleri ilk kez duyuyordum. Biri bana oyun oynuyor diye kendimi kötü hissetmiştim. Fakat bu oyun 80’lerin ortamında  gözü yayılan modalardan başka bir şey görmeyen plak şirketlerine oynanmış. Rock müziğin 5 dev ismi: Tom Petty, Roy Orbison, Jeff Lynne, George Harrison ve Bob Dylan bir araya gelerek  Traveling Wilburys isimli bu grubu kurmuşlar. Bu grubun elemanları olarak  isimlerini değiştirip, soyadlarını da Wilburg yapmışlar. Bir rivayete göre stüdyoya girip bir demo doldurup , plak şirketlerine “Biz yeni bir grubuz, plak yapmak istiyoruz” diye göndermişler. Hiç biri kabul etmemekle kalmamış bir de “ müziğiniz yetersiz”, “grup müziği plağı satmaz”, “çok eksiğiniz var” gibisinden yanıtlar almışlar. Bu ne derece doğrudur bilemem ama müzik endüstrisi ve dinleyici şaşırtılarak gezginci müzik grubu Traveling Wilburys ile tanışmış oldu. Bu güzel olayın en hüzünlü yanı ise Roy Orbison’un albümün piyasaya çıkmasından önce 52 yaşındayken kalp krizinden ölmesiydi.

Traveling Wilburys

Lefty Wilbury  -  Roy Orbison
Lucky "Boo" Wilbury  -  Bob Dylan
Nelson "Spike" Wilbury  -  George Harrison
Otis "Clayton" Wilbury  - Jeff Lynne 
Charlie T. Wilbury  - Tom Petty



28 Ağustos 2018 Salı

Metallica saati gelenler.



Metallica'nın klasikleşmiş parçası "For Whom The Bell Tolls" bir saat tasarımına ilham kaynağı oldu. 

"For Whom The Bell Tolls" için yapılan tasarımdan sonra 8 model daha yapılarak Metallica kapsamında 9 ayrı saat modeli oluşturuldu. 

Sınırlı sayıda üretilen bu saatlerin fiyatları 125 dolar ile 750 dolar arasında değişiyormuş. 


 



27 Ağustos 2018 Pazartesi

BOB DAISLEY'den Gary Moore'a Saygı


Uzun yıllardır Gary Moore'la birlikte müzik yapan bas gitarist Bob Daisley, Moore için bir saygı (tribute) albümü hazırlamak için kolları sıvadı. Daisley bu çalışma için aralarında Deep Purple, Rainbow, Thunder, Kiss gibi grupların elemanlarını bir araya getirmiş. 
BOB DAISLEY

"Moore Blues for Gary - A Tribute to Gary Moore" adını taşıyacak albümde yer alacak isimler şöyle sıralanıyor: 
 Danny Bowes (Thunder), Don Airey (Deep Purple, Rainbow), Glenn Hughes (Deep Purple), Eric Singer (KISS), Steve Morse (Deep Purple, Dixie Dregs), Ricky Warwick (Thin Lizzy, Black Star Riders, The Almighty), John Sykes (Thin Lizzy, Whitesnake), Doug Aldrich (Whitesnake, Dio, The Dead Daisies), Steve Lukather (Toto), Joe Lynn Turner (Rainbow), Jeff Watson (Night Ranger), Damon Johnson (Black Star Riders, Alice Cooper) ve Stan Webb (Chicken Shack).

26 Ekim 2018 tarihinde piyasaya çıkması planlanan "Moore Blues for Gary - A Tribute to Gary Moore" albümünde yer alacak Gary Moore klasikleri ve seslendirecek isimler ise şu şekilde karşımıza çıkacak:



1. ‘That’s Why I Play The Blues’
Vokal - Jon C. Butler;  
Gitar - Tim Gaze; 
Bas gitar - Bob Daisley; 
Davul - Rob Grosser; 
Keyboards - Clayton Doley

2. ‘The Blues Just Got Sadder’
Vokal - Joe Lynn Turner; 
Lead gitar - Steve Lukather; 
Ritm gitar ve Slide gitar – Tim Gaze; 
Bas gitar - Bob Daisley; 
Davul - Rob Grosser; 
Keyboards - Clayton Doley

3. ‘Empty Rooms’
Lead Vokal, Keyboards – Neil Carter; 
Bas gitar, Harmonica, Geri vokaller – Bob Daisley;    
Davul - Rob Grosser;  
Gitar - Illya Szwec;
Geri vokal - Rosanna Daisley

4. ‘Still Got The Blues (For You)’
Vokal - Danny Bowes; 
Gitar - John Sykes; 
Keyboards - Don Airey; 
,Bas gitar - Bob Daisley; 
Davul - Rob Grosser

5. ‘Texas Strut’
Vokals - Brush Shiels; 
Bas gitar - Bob Daisley; 
Gitar - Tim Gaze; 
Davul - Rob Grosser

6. ‘Nothing’s The Same’
Vokal - Glenn Hughes;
Perdesiz Akustik Bas – Bob Daisley; 
Çello - Ana Lenchantin; 
Gitar - Luis Maldonado

7. ‘The Loner’
Gitar - Doug Aldrich; 
Davul - Eric Singer;
Bas gitar - Bob Daisley; 
Keyboards - Don Airey

8. ‘Torn Inside’
Vokal, Lead gitar – Stan Webb; 
Bas gitar – Bob Daisley; 
Davul- Darrin Mooney; 
Keyboards - Lachlan Doley

9. ‘Don’t Believe A Word’
Vokal, Lead gitar – Damon Johnson; 
Bas gitar - Bob Daisley; 
Davul - Rob Grosser; 
Ritm gitar - Illya Szwec

10. ‘Story Of The Blues’
Lead Vokal - Jon C. Butler; 
Bas gitar, Geri vokaller – Bob Daisley; 
Lead ve Ritm gitar – Tim Gaze; 
Davul - Rob Grosser; 
Keyboards - Lachlan Doley; 
Geri vokaller - Rosanna Daisley

11. ‘This One’s For You’
Vokal - Gus Moore; 
Lead gitar - Jack Moore;
Bas gitar - Bob Daisley; 
Davul - Rob Grosser; 
Ritm gitar - Illya Szwec

12. ‘Power Of The Blues’
Vokal - Joe Lynn Turner; 
Lead gitar - Jeff Watson; 
Bas gitar – Bob Daisley; 
Davul - Darrin Mooney; 
Ritm gitar - Illya Szwec

13. ‘Parisienne Walkways’
Gitar - Steve Morse; 
Vokal - Ricky Warwick; 
Bas gitar - Bob Daisley; 
Davul - Rob Grosser; 
Keyboards - Clayton Doley



26 Ağustos 2018 Pazar

Bir başka kıtada Jeff Martin'le aynı şarkıya eşlik etmek



"Eşlik ettiğiniz sanatçının dünyaca ünlü biri ya da sadece o semtin sakinlerinin tanıdığı ve sevdiği biri olması önemli değil, önemli olan hep beraber aynı şarkıyı tüm gücünle söylemek. 
Tea Party ve Jeff Martin de, hem çok sevdiğim, hem de saygı duyduğum bu sanatçılara, beni aynı dili konuşmasak da aynı şarkıya eşlik edebilenlerle bir araya getirdiği için naçizane teşekkür ederim."





Avustralya kıtasının ilk sakinleri, katiller, hırsızlar ya da dolandırıcılarmış. Avrupa'da istenmeyen bir çok "suçlu", yolda ölürler umuduyla gemilere konulup bu "Tanrının unuttuğu", "dünyanın dibi"ndeki adaya yollanmışlar. Böylece yetmiş iki milletten, çeşit çeşit kültürden, kimi gerçekten suçlu, kimi kader kurbanı, kimi düzene başkaldıran anarşist, bir grup insan bu ıssız topraklarda, kendilerine bir düzen kurmuşlar. Muhteşem doğanın, sessiz ormanların, engin denizin içinde, medeniyetten uzakta, kendilerine bir yepyeni bir medeniyet kurmuşlar, bunu yaparken adanın gerçek sahiplerine hiç de adil davranmamışlar, ama bu da başka bir hikayenin konusu.
Çeşit çeşit milletin, her biri diğerinden farklı kültürlerin bir araya gelmesiyle zaman içinde ülkede sanat da kendini göstermeye başlamış, bizim konumuz müzik olduğu için biraz da müzikten bahsedelim. Avustralya müziğinde çok da özgün bir şeyler yok, (Avustralya Aborjinlerinin müziğini tamamen bunun dışında tutuyorum). İç kesimlerde `country` müzik, kıyılarda bol bol `surf` rock. Bir de Bee Gees, AC/DC, Nick Cave, INXS, Men At Work gibi dünyada tanınan popüler sanatçı ve gruplar; Cold Chisel, Midnight Oil, Hoodoo Guru gibi ülke içinde çok sevilen rock grupları; Tamam Shud, Sebastian Hardy ve Buffalo gibi progresif rock'a göz kırpan gruplar var. Yeni nesilden de doğu motiflerine müziğine dahil eden King Gizzard and The Lizard Wizard Avustralya denince ilk akla gelen isimler. 
Avustralya içinde yetmiş iki millet barındırıyor dedik, Avustralya'ya göç 18. yüzyıl ile sınırlı kalmamış, hala daha fazla huzur, daha fazla sükunet, daha fazla doğa arayan insanlar bu ülkeye gelmeye devam ediyor. Bunlardan biri de Kanada soğuğunda yetişmiş Jeff Martin. Benim, 2000 yıllarının ilk yarısında Avustralya'ya yerleşen Jeff Martin ile tanışmam bir çok Türk dinleyici gibi, grubu "The Tea Party"nin 1995 tarihli, "The Edges of Twilight" albümü ile oldu. Grubun Peter Gabriel'dan etkilenerek yaptığı ve Roy Harper'ın eşlik ettiği albümde ilk dikkatimi çeken parca "The Bazaar" oldu, parçadaki oryantal motifler ister istemez Türk dinleyicisinin dikkatini çekiyordu. O zamanlar henüz internete erişim bu kadar kolay değil, ulaşılan bilgilerin teyidi de bu kadar mümkün değildi. Dönemin Tea Party dinleyen tayfasının varsayımı Jeff Martin'in bir Türk kıza aşık olduğu yönündeydi, bu bilginin doğruluğunu şahsen hiç araştırmadım, çünkü eş zamanlı olarak grubun "Transmission" albümü ile tanıştım ve Jeff Martin'in bir "aşk" insanından çok, bir "başkaldırı" insanı olduğunu keşfettim ve bu yönünü çok sevdim.

Jeff Martin ile canlı ilk karşılaşmamız İstanbul'da oldu,  ufak bir barda, etrafı gitarlarla çevrili, bandanalı, iri yarı ve yakışıklı bir adamı görmeyi bekliyordum ama sahnede olmayı çok seven, sohbet etmeye can atan, kara mizahı yoğun, biraz da asabi bir adam görmeyi beklemiyordum. Listesinde bir kaç Led Zeppelin, Joy Division, Dead Can Dance, bol bol Tea Party ve bol bol Jeff Martin vardı. Konser maalesef mekanın, nedeni açıklanmayan bir şekilde erken bitmesine karar vermesiyle beklediğimiz sona ulaşmadan "bitirildi". Bir İstanbul hayranı olan Jeff'in bir daha ülkemizi ziyaret etmesi sağlamak üzere gönlünü almak için çok uğraşmamız gerekecek. Kendisi İstanbul için aşağıdaki güzel sözleri söylemiş.  
"Bakış açınıza bağlı olarak, İstanbul, doğu ve batıyı sonsuza dek "bölen" ya da "birleştiren" dünyanın en eski şehirlerinden biri. İstanbul'a olan merakım, ergenliğimde başladı. Daha o zamanlar, beni büyüleyen birçok müzikal manzarayı keşfetmek için bir geçit olacağını biliyordum. Kapalıçarşı'da yürürken, kokular, sesler, güzel kaos, duvarların kendisi kadar eski olan geleneksel şarkıları çalan müzisyenlerle baharatlanmış küçük yürüyüş yollarının labirenti … Orada evimi bulmuş gibi hissettim. Ve kültürün bu çok renkliliğiyle, bir sanatçı olarak en büyük armağanımı aldım… bilinmeyene adım atma güveni."

İstanbul'da 2010 yılında ilk kez canlı gördüğüm Jeff Martin, konser sırasında "belki önümüzdeki günlerde iki arkadaşımla birlikte görürsünüz" dedikten tam 8 yıl sonra Tea Party'i, dünyanın öbür ucunda, Jeff Martin'in birazda eşi dolayısıyla, yerleşmek için tercih ettiği Avustralya'da canlı olarak dinlemek nasip oldu. "Transmission" albümünün 20. yılı dolayısıyla çıktıkları turnede son durakları Sidney'di. İstanbul konserinde, seyircinin tabiri caiz ise "şımarıklıklarına" çok da aldırmayan Jeff Martin, bu konserde bir kaç kez tatlı tatlı seyirciyi azarladı. Konu seyircinin "The Edges of Twilight" albümünden daha fazla parça talep etmesi ile açıldı. Bunun üzerine Jeff, "Transmission" albümünün karanlık yüzünü bizimle paylaştı.
"The Edges of Twilight" albümünün üstüne ""The Edges of Twilight II"yi yapmak istemedik. Grubun işin kolayına kaçıp aynı doğrultuda devam etmesini istemedim, hiçbirimiz bunu istemedik. Biz kendimize meydan okumayı tercih ettik. O zamanlar elektronik müzikle çok ilgiliydim, Almanya'dan gelen gerçekten deneysel şeyler ve sert bir rock ile elektronik müzik arasında kimyasal bir evliliğin işe yarayıp yaramayacağını merak ettim... Sonuç ortada, Bu çok farklı bir varlık ve biz bundan gurur duyuyoruz.”


Bu yıl benim için Jeff Martin'e ayrılmış gibiydi. Son olarak bir kaç gün önce, son bir yılı geçirdiğim şehire bu kez solo projesi, "Stars In The Sand" ile, şehrimizin minik bir barında, benim gibi hayranlarıyla, minik sohbetler eşliğinde canlı canlı dinledim. Konser boyunca Jeff seyircilere bol bol laf attı. Kendinden, yaşamdan, Fas'a yaptığı geziden, Led Zeppelin hayranlığından, müziğin ve keşfetmenin hayatının merkezi olduğundan, "gürültücü" Avustralyalıları ne kadar çok sevdiğinden, digital ortamları hiç anlamadığından ve bu yüzden yeni albümünü edinmek istiyorsak plak ya da CD olarak aramamız gerektiğinden bahsetti. Görünüş olarak bundan 8 yıl öncesinden neredeyse hiç farkı yoktu ama, şarkı söylemeye başladığında olgunlaşmış olduğu, yaşadıklarının müziğine kattıkları belli oluyordu.
Yine, başında bandanası, kolyeleri ve bilezikleriyle etrafı gitarlarla çevrili bir taburede oturuyordu. Konserine (doğru sözcük "konser" değil, belki "dinleti" daha uygun olacaktır) başlamadan önce bize, bir süre Fas'a yaptığı yolculuğu anlattı, sessizlikte bulduğu huzuru müziğine aktarmaya çalıştığını, müzikte aradığı huzuru da böyle bulmaya çalıştığını anlattı. Listesinde, aralarına Tea Party, Sister Awake, Led Zeppelin, Immigrant Song serpiştirdiği yeni CD'si Stars in the Sand'den parçalar vardı. Dinleti, Jeff'in sevdiği parçalarla devam etti, "The Interzone Mantras" albümünün en çarpıcı parçası "Requiem"i, yakın zamanda kaybettiği arkadaşı için söyledi, "Led Zeppelin"den "Going To California", "Tea Party", "Triptych" albümünden "The Messenger", "Bob Dylan, A Line In The Sand", "Stairway To Heaven"a bağlandı, "Tea Party", "The Edges of Twilight" albümünden "Sister Awake", "Splendor Solis" albümünden "Save Me", yeni albümünden "The Kingdom", "Tea Party", "Edges of Twiglight" albümünden "Coming Home" ve kısa bir aradan sonra, üçü bir arada, "Bring It On Home / Black Snake Blues / Whole Lotta Love...

Neredeyse bir yıldır, ilk defa Türkiye'den bu kadar uzakta, çok farklı ülkede, farklı kültürlerin bir araya geldiği bir kıtadayım, kimi zaman alışkanlıklarım, buradaki günlük yaşama uyum sağlamak konusunda beni zorluyor. Ancak, şimdiye kadar yaşadığım kurumsal hayattan uzak, biraz tembel tembel geçirdiği bir yılda, dünyayı bir arada tutan şeyin sanat olduğuna iyice ikna oldum. Kendimi, dünyanın bir ucunda yapayalnız değil de, benim gibilerle birlikte hissettiğim en güzel yer, aynı şarkıya, ciğerlerinin tüm gücüyle, bütün kalbiyle eşlik eden müzik severlerin olduğu konser salonları ya da küçük publar oldu. Eşlik ettiğiniz sanatçının dünyaca ünlü biri ya da sadece o semtin sakinlerinin tanıdığı ve sevdiği biri olması önemli değil, önemli olan hep beraber aynı şarkıyı tüm gücünle söylemek. 
Tea Party ve Jeff Martin de, hem çok sevdiğim, hem de saygı duyduğum bu sanatçılara, beni aynı dili konuşmasak da aynı şarkıya eşlik edebilenlerle bir araya getirdiği için naçizane teşekkür ederim.
Bu parçaya o akşam ben de bütün gücümle eşlik ettim, bakalım sesimi duyabilecek misiniz?


 Kaynakça:
http://www.traveller.com.au/five-places-that-made-me-jeff-martin-singer-and-songwriter-gxsff3
https://heavymag.com.au/tea-party-interview/
http://www.ottawalife.com/article/tea-partys-jeff-martin?c=2

2 Grup + 1 ödül Töreni + 1 Film = 10 parçada ED KING

Lynyrd Skynyrd'ın eski gitaristi Ed King'i geçtiğimiz Çarşamba günü yitirmiştik. 
Onun ardından bizde Ed King'in müzik hayatını 10 parça ile özetleyelim dedik. 




Strawberry Alarm Clock - Incense & Peppermints 1967
Ed King'in ilk grubu. Saykodelik Rock tarzında müzik yapan Strawberry Alarm Clock'un ilk albümünden meşhur olan albümle aynı adı taşıyan parça.






Strawberry Alarm Clock - Incense & Peppermints ( Easy Rider filminden)
Burada filmin başrol oyuncusu Jack Nicholson gitarla.






Strawberry Alarm Clock - Tomorrow 1968
Grubun ikinci albümü " Wake Up...it's Tomorrow"dan liste parçası. 








Strawberry Alarm Clock - Miss Attraction  1969
Grubun dördüncü albümü "Goodmorning Starshine"dan. Bu albümde ilk iki albümün aksine grup blues etkli bir tarza yönelmekte. Bu albümde Ed King bas gitar çalıyor.




Lynyrd Skynyrd - Poison Whiskey 1973
Ed King'in Southern Rock grubu Lynyrd Skynyrd ile ilk çalışmasında kendi bestesiyle. Lynyrd Skynyrd'nda ilk albümü, bu grubu telaffuz etmek Amerikalılar için de zor muş ki ilk abümün ismi "(Pronounced 'Lĕh-'nérd 'Skin-'nérd)" olmuş. Bu arada bu parçada Ed King bas gitar çalıyor.






Lynyrd Skynyrd - Sweet Home Alabama 1974
"Second Helping" albümünden çıkan efsane parça. O dönem ABD müzik listelerine 8. sıradan girecekti. Allen Collins ve  Gary Rossington'un ritm gitarlarının arasında lead gitarda Ed King. 





Lynyrd Skynyrd - Whiskey Rock-A-Roller - 4/27/1975 - Winterland  
Üçüncü stüdyo albümü "Nuthin Fancy"de yer alan bu parçanın konser yorumu.






Lynyrd Skynyrd  - "Smokestack Lightning"1991
1975'te gruptan ayrılan Ed King 1991 yılında gruba döner. 




Lynyrd Skynyrd - Good Lovin's Hard To Find Live on TNN 1993
1993 ylında çıkan ve bana o dönem ilaç gibi gelen albüm, "The Last Rebel". Bu albümde yer alan açılış parçasının konser yorumu.




Lynyrd Skynyrd   Rock and Roll Hall of Fame 'de
2006 yılında grup Rock and Roll of Fame ödül töreninde.





Lynyrd Skynyrd  Sweet Home Alabama 2006
2006 yılındaki  Rock and Roll of Fame ödül töreninde efsane parçayı seslendiriyorlar. Bu tören için gruba dönen Ed King de sahnede.





23 Ağustos 2018 Perşembe

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 75


1978'de çıkan ama o günlerde almadığım için çok pişman olduğum kitap. Çünkü bir iki yıl sonra 12 Eylül faşizmi gelecek ve bu kitap yasaklanacaktı. Yazarı Müjdat Gezen ile çizeri Savaş Dinçel hapis yatacaklardı. Bununla da kalmayarak kitap toplatılıp, tümü birden hamur yapılacaktı. Şimdi bu kitabı yeni basımıyla buldum ve bir güzel okudum. Tabii tiyatromuzun usta ismi Savaş Dinçel'in doyum olmaz çizgilerini de izleyerek.



Müjdat Gezen
Çizen: Savaş Dinçel
“Çizgilerle Nazım Hikmet"


Lise yıllarıma ilk adım attığım zamanlarda Zekeriya Sertel'in "Mavi Gözlü Dev" kitabıyla tanışmıştım, Nazım Hikmet'le. Bu güne kadar aklımdan çıkmayan ve geçen onca zaman içinde dönüp dönüp tekrar bakarak alıntılar yaptığım bu kitap, Nazım'ın hayatını anlatırken, şiirlerinden örneklere de yer veriyordu. Oradan o kadar çok şiir ezberlemiştim ki, bugün bile bir yerde ilk mısra okunsa dalarak elimde olmadan devamını getiririm. Tabi o kitapla kalmadı ve Nazım Hikmet'in şiir kitaplarını da birbiri ardına almıştım. O zaman bu kitapları rahatlıkla alıp, okuyabiliyorduk ama birileri bir şey der diye tedirginlik de duymuyor değildim hani. Ama her şeye rağmen özgürce okuyabiliyorduk Nazım Hikmet'in şiirlerini. Sadece şiirleri mi... Hakkında ne yazılırsa su gibi içiyordum.
Benim Nazım Hikmet'i keşfimden bir iki yıl sonrası Nazım Hikmet geniş kesimlere yayılıyordu. Şiirleri besteleniyor, popüler isimlerce seslendiriliyordu. 1978 yılında Müjdat Gezen'in yazdığı ve Savaş Dinçel'in çizdiği "Çizgilerle Nazım Hikmet" kitabı çıkmıştı. O günlerde bu kitabı almamıştım. Her şey böyle giderken bir anda 12 Eylül Faşizmi'nin kara bulutları çökecekti. İşte o günlerde bir gazete haberinde bu kitabın sakıncalı ilan edildiğini okuyacaktık. Sadece bununla kalsa iyi, kitabın hem yazarı hem de çizeri içeri alınıp, hapsedilecekti. 
Bu bizim için o zaman alışıldık hadiselerden biriydi. Aradan çok uzun zaman geçtikten sonra Müjdat Gezen'in 1991 yılında yayınlanan "Komikler Ağlamaz" isimli anı kitabında o günleri okuyup, hatırlayacaktım. O zamanlarda gazete haberi rutinliğinde geçen bu haberi tüm detaylarıyla okuyunca tüylerim diken diken olacaktı. Müjdat Gezen ve Savaş Dinçel bu kitap için yargılanmış ve hapis yatmıştı ama bununla da kalmayarak kitap toplatılıp, tümü birden hamur yapılmış. ( Eğer bulabilirseniz Gezen'in "Komikler Ağlamaz" kitabını da mutlaka okuyun derim.)
1978'de çıkan "Çizgilerle Nazım Hikmet"i şimdilerde yeni basımıyla buldum ve bir güzel okudum. 12 Eylül Faşizmi'nde toplatılıp, imha edilen bu kitap Savaş Dinçel hayattayken çizimlerin orijinallerinden tekrar hazırlanarak yeniden yayına hazırlanmış. Bugünlerde de "Çizgilerle Nazım Hikmet" yeni basımıyla bizlerle buluşuyor. Yok edilen bir zamanı yeniden yakalayabilmenin mutluluğunu kaçırmayın derim. 

Aptulika


JEAN MICHEL JARRE 70 Yaşında


Ve 42 Yıl Önce Verilen Oksijen ile Elektronik Dalgalar Dünyayı Sarmıştı!


Elektronik müzik ve new age tarzlarının popüler anlamda ve de en istikrarlı temsilcisi  JEAN MICHEL JARRE, 24 Ağustos 1948'de Fransa, Lyon'da doğmuştu.
Ünlü Fransız besteci Maurice Jarre'ın oğlu olarak dünyaya gelen Jean Michel, 5 yaşında piyano çalmaya başlamış. Aileden gelen müzik ortamı, üstün yeteneği ile birleşince Jean Michel kendini çok küçük yaşlarda Paris Konservaturı'nda bulmuş. Burada klasik müzik konusunda yetkinleşen Jarre, yirmili yaşlarına doğru güncel müzik tarzlarına da ilgi duymaya başlamış. Böyle olunca da 1960'lı yıllarda kaçamak yaparak caz gruplarında çalışmaya başlamış. Bir de buna elektronik müzik sevdası eklenince konservatuar eğitimini bırakmak zorunda kalmış. 
1970'li yıllarda kendini film müzikleri yaparken bulan sanatçı, 1976 yılında  yaptığı ilk albümü "Oxygene" ile elektronik müzik kariyerini açacaktı. Ardından gelen "Equinoxe" (1978), "Zoolook" (1984), "Randez - Vous" (1986), "Revolations" (1988) gibi albümlerle elektronik müzik ve new age'in en görkemli ismi olarak müzik tarihine oturmuştur.  Hem de ne oturma, bizim gibi rock tutkunlarının plakları arasında da onun albümleri mutlaka bulunanlardan olmuştur. 
Jean Michel Jarre bugün 70 yaşına adım atıyor ama yeni bir resmine baksanız olsa olsa 50 dersiniz. 
İyisi mi biz nice yıllara diyelim ve noktayı koyalım.






Lynyrd Skynyrd'ın eski gitaristi ED KING, 68 yaşında öldü.

Saykodelik Rock grubu Strawberry Alarm Clock'un kurucusu olan Ed King, 1972'den itibaren Güney Rock efsanesi Lynyrd Skynyrd'a girmiş, dönemim üçlü gitar soundunu oluşturmuştu.



2011 yılında başarılı bir kalp ameliyatı geçiren Ed King, kalp yetmezliği nedeniyle de 1990'ların ortalarında profesyonel müzik hayatını noktalamıştı.
Bugün ailesi tarafından sosyal paylaşım sitesinden yapılan açıklamada King'in dün (22 Ağustos 2018) Nasville, Tenessee'daki evinde kalbine yenik düşerek öldüğü açıklandı.

1960'ların ortalarında saykodelik rock grubu Strawberry Alarm Clock'un kurucu elemanı olan Ed King, burada hem gitar hem de bas gitar çalarak yer alacaktı. O dönem bas gitaristliğinden etkilenenlerden biri de Metallica'nın efsanevi basçısı Cliff Burton'du.
1972 yılında Güney Rock'ın dev grubu Lynyrd Skynyrd'a  gitarist olarak katılan Ed King, 1975'e kadar grubun üç gitarlı döneminde bulunacaktı. 
1987 yılında Lynyrd Skynyrd'ın yeniden dönüş kadrosunda yer alan King, kalp yetmezliği rahatsızlığı sebebiyle 1996'da ayrılmak zorunda kalacaktı.


22 Ağustos 2018 Çarşamba

7 + 8 Genesis = 15 Parçada Ortaya Karışık PHIL COLLINS


Rock tarihinin en önemli Progresif gruplarından Genesis'in 1971 ile 1976 yılları arasında davulculuğunu üstlenen Phil Collins, 1976'dan sonra davulla birlikte vokalistliği de üstlenecekti. Collins'i 1980'lerden sonra ise pop müziğin gözdeleri arasında bulacaktık.   Geçtiğimiz hafta  Phil Collins'in Genesis'le dönüş konserlerine hazırlandığını duyduk. Bu dönüş konserelerinde efsanevi zamanların iki Genesis elemanı Mike Rutherford ve Tony Banks da yer alacakmış. Madem durum böyle o zaman şöyle otaya karışık bir Phil Collins hatırlatması yapalım dedik. Az yazı, bol aksiyonlu temaşaya buyrun bakalım.


"Something Happened On The Way To Heaven"
Phil Collins'in 1989 tarihli "But Seriously" albümünde yer alan bu parça Paris konserinden




Genesis - Invisible Touch
Genesis 'in 19 Mart 1986 tarihinde çıkan  "Invisible Touch" albümden.




Dance Into The Light
Collins'in 1996 tarihli altıncı solo albümü “Dance Into The Light” ile aynı adı taşıyan parçası.  




You Can't Hurry Love
"Hello, I Must Be Going!"albümü 1983




GENESIS - Land of Confusion 
(1986)





 I Don't Care Anymore
1983 tarihli ikinci solo albümü “Hello, I Must Be Going!”de yer alan liste parçası.






Genesis - Throwing It All Away 
"Invisible Touch" Turnesi   Wembley Stadyum konseri







Genesis - Tonight, Tonight, Tonight






 All Of My Life
But Seriously 1989










“Another Day In Paradise”
 1989 albümü  ‘...But Seriously’den çıkan ilk single.  
O dönem listelerde 1 numaraya çıkmıştı.







Genesis - Driving The Last Spike
 Knebworth 1992, grubun so konserinden
 Tony Banks - Keyboard 
Mike Rutherford - Bas/Lead Gitar 
Phil Collins - Vokals, Davul
Daryl Stuermer - Bas/Lead Gitar 
Chester Thompson - Davul









Genesis - Home By The Sea  







Sussudio 
1990 New n York konserinden








Genesis - Abacab 
 Wembley Stadyum konseri  - 1987








Genesis -  Mama 
 The Invisible Touch Turnesi - 1987 







21 Ağustos 2018 Salı

Ray Charles Müziği ya da Bir Dahinin Yaşam İzleri



“Kimileri, adına soul denilen müziği benim icat ettiğimi söylüyor. Bunu kabul etmiyorum. Çünkü soul, her siyahın kendisini serbest bıraktığında şarkı söylediği tarzdan başka bir şey değildir.”  
Ray Charles



GENIUS: RAY CHARLES


“Ray Charles, iyi müziğin tüm sınırları aşabildiğinin kanıtıdır. Her türlü müziği icra edebilir ve yine de kendine sadık kalır… O’nun müziği  ilk defa  Almanya’daki Amerikan  Forces Network radyosunda dinlediğim “What’d I Say” konser yorumuyla çarptı beni. Ardından single’larını almaya başladım. Sound’u inanılmazdır Blues, R&B, gospel, swing… Bunların hepsini daha önce dinlemiştim, ama Ray Charles’da bütün bu türler tek bir bütünün içinde eriyip yek vücut olmuşlardı.” diyor İrlanda’lı şarkı yazarı, şarkıcı Van Morrison ve müzikal olgunluğa erişmesinde büyük etkisi olan  ve Ray Charles’in önünde saygı duruşunda bulunuyor.
1930’da Georgia’da doğan ve Florida’da büyüyen Ray Charles, gözlerini henüz 7 yaşına gelmeden kaybetti. Bu acı  olay  O’nu tanrıya, ailesine ve müziğe yaklaştırdı. Körlere mahsus bir okulda iyi bir müzik eğitimi gördü. Ayrıca, müziğinin temellerini  üzerine kuracağı kilise korosunda şarkı söylemeye başladı.
Birkaç yıl sonra artık çok yönlü bir müzisyendi ve  piyano, org, saksafon, klarinet ve trompet çalıyordu; dağarcığında ise, boogie woogie’den hafif klasiklere kadar bir çok tür bulunuyordu. Ancak O, devamlı caz, özellikle de Nat Cole dinliyordu. O dönemde King takma adını kullanmayan Nat Cole, kendisi gibi birçok piyanist şarkıcıyı da etkileyecekti.
1947 yılında, Güney’deki ırkçılıktan uzaklaşmak isteyen Charles, arkadaşından Florida’dan mümkün olduğunca en uzak noktayı göstermesini istedi. Kaderin kendini götürdüğü Seattle’da Nat King Cole’un o dönemde ki üçlüsünden özenerek “Maxim Trio” olarak bilinen ilk topluluğunu oluşturdu.
Bir yıl sonra plak yapmaya başlamıştı. 1951 yılında yaptığı bir yerel hit parça, New York Atlantic Records’un  (Ahmet Ertegün) dikkatini çekmişti bile. Dinsel müziği blues ile karıştırarak elde ettiği özgün sound’la “I Got A woman”, “Hallelujah”, “I Love Here So”  ve tartışmaya yer bırakmayacak derecede güzel “What’d I Say” ile önlenemez yükselişi de başlamıştı.
1958’de  vibrafoncu Milt Jackson’la enstrümantal yeteneklerini gösterdiği ve piyanonun yanı sıra saksafonda da yer aldığı “Soul Brothers” albümünü çıkardı.
1960’lar ise, müzik yazarı Sadettin Davran’ın tanımlamasıyla, çılgın ayinlerinin en az 10 yıl önceki hızıyla başladığı yıllar olmuştu. Bu dönemde, “Georgia On Mind”, “Unchain My Heart”, “Hit The Road Jack” gibi kült şarkılarını üretti. İşte O’nun için dahi (Genius) deyimi bu tarihlerde kullanılmaya başlandı. Ray Charles, artık bir dünya müzisyeniydi.
 Son sözü yine Van Morrison’a bırakıyorum: “O’nun müziği pazarın çok ötesinde. O’nun müziği global, çekiciliği evrensel. Ray Charles sadece kendi olarak müziği değiştirdi. Sadece şarkılarını çaldı, söyledi ve milyonlarca insana tercüme etti. Bu O’nun mirasıdır. Ray Charles Müziği hepimizi gömecek en azından ben öyle umuyorum.”

Funk Birader Eddie Willis yaşama veda etti



Soul müziğin efsanevi plak şirketi Motown'un stüdyo grubu The Funk Brothers'ın gitaristi Eddie "Chank" Willis dün gece ( 20 Ağustos 2018) hayata veda etti. 82 yaşındaki sanatçının ölüm haberi bu sabah ailesi tarafından basına bildirildi.

Eddie "Chank" Willis, Motown plak şirketi tarafından yapılan yüzlerce plak kaydında çalmıştı. Temptations, The Four Tops, Marvin Gaye, The Supremes gibi bir çok soul, R&B şarkıcısı ve grubuna gitarıyla eşlik etmişti.  



The Supremes - You Keep Me Hangin' On




The Temptations - Papa Was A Rolling Stone





20 Ağustos 2018 Pazartesi

Shemekia Copeland ve "America's Child"

Shemekia 
Copeland 
bugüne kadar 
8 albüm yapmıştı. Sanatçı bu ayın başında dokuzuncu stüdyo albümü olan "America's Child"ı piyasaya çıkarttı. 


Shemekia Copeland ismiyle ilk olarak Blues Perişan radyo programına başladığım yıllarda tanışmıştım. Dinledikçe öyle çok beni sarıyordu ki, programlarda sıkça çalıyor ve özel bölümler ayırıyordum. "Blues'ın Büyükannesi" Koko Taylor'ın varisi olabilecek kadar başarılı bu ses ilk kez blues sahnesine 10 yaşında çıkmış. 16 yaşında ciddi albüm teklifleri alan Shemekia, bu işi babasının rahatsızlığı nedeniyle ertelemek zorunda kalmış. Meşhur Teksaslı blues gitaristi Johnny Copeland'ın kızı olan Shemekia, liseyi bitirir bitirmez stüdyoya girip, "Turn The Head Up" albümüyle muhteşem bir başlangıç yapıp, 20 yıl boyunca "Blues'ın Yeni Kraliçesi" olduğunu tüm diyarlara duyuracaktı. 
Babası Johnny Copeland ile

2015 yılında "Outskirts of Love" albümünü çıkartan Copeland bugüne kadar 8 albüm yapmıştı. Sanatçı bu ayın başında ( 3 Ağustos 2018 ) da dokuzuncu albümü olan "America's Child"ı piyasaya çıkarttı. 


Shemekia Copeland ismine ülkemizde de bir çok insan aşinadır hani. Vakti zamanının önemli etkinliği Efes Pilsen Blues Festivali yirmi seneyi aşan bir zaman diliminde ülkemizin dört bir yanını gezinerek, blues konserlerine doyururdu. Her güzel şeyin başına gelen gibi bu da son buldu. İşte o festivalin yirmincisine Shemekia Copeland da gelmiş konserler vermişti. Yorum gücünün yanısıra sempatik ve eğlendirici sahnesiyle bu tarz müziğe yabancı olanların bile sevgisini kazanmıştı.  O yıllarda Copeland'ın Ortadoğu'ya savaş rüzgarları estirmek için giden ABD askerlerine moral konseri vermesini de duymuş üzülmüştüm ama Teksaslı siyahi bir müzisyenin oralardan bakışının verdiği körlük diye yorumlayıp geçmiştim. Yeni çıkan albümüne baktığımda da bu etkinin kapaktan isme kadar sürdüğünü görüyorum. Bu etkinin albüme müzikal olarak yansıması ise blues tavrı korunsa da americana ve country izlerinin biraz kuvvetli olmasıyla kendini belli ediyor.  

Emmylou Harris başta olmak üzere bol konuğun yer aldığı albümde benim için dikkat çeken isim Will Kimbrough olacaktı. Albümün prodüktörlüğünü de üstlenen Will Kimbrough, parçaların bazılarına besteci olarak katkı verdiği gibi gitar ve org çalarak yoğun bir emek sunmuş. 

Aptulika





Shemekia Copeland'ın "America's Child" albümündeki parçalar ve yer alan müzisyenler:

1. Ain’t Got Time for Hate
(John Hahn & Will Kimbrough )

Vokal: Shemekia Copeland
Lead Gitar: Will Kimbrough
Pedal Steel Gitar: Al Perkins
Bas: Lex Price
Davul: Pete Abbott
Armonika: J.D. Wilkes
Geri Vokaller: Mary Gauthier, Emmylou Harris, Will Kimbrough, Gretchen Peters, John Prine, Katie Pruitt, Kristi Stassinopoulou ve Tommy Womack

2. Americans
(Mary Gauthier & John Hahn, Mary Gauthier )

Vokal: Shemekia Copeland
Gitar, Org: Will Kimbrough
Pedal Steel Gitar: Paul Franklin
Bas: Lex Price
Davul: Pete Abbott
Geri Vokaller: Mary Gauthier, Emmylou Harris ve Katie Pruitt

3. Would You Take My Blood?
(John Hahn & Will Kimbrough )

Vokal: Shemekia Copeland
Gitar, Org: Will Kimbrough
Bas: Lex Price
Davul: Pete Abbott

4. Great Rain
(John Prine & Michael Campbell )

Vokal: Shemekia Copeland ve özel konuk John Prine
Lead Gitar, Org: Will Kimbrough
Gitar: Al Perkins
Bas: Lex Price
Davul: Pete Abbott

5. Smoked Ham And Peaches
(Mary Gauthier & John Hahn )

Vokal: Shemekia Copeland
 Gitar: Will Kimbrough
Afrikan Banjo: Rhiannon Giddens
Bas: Lex Price
Davul: Pete Abbott

6. The Wrong Idea
(John Hahn, Willie Morrison, Truman Morrison, Kevin Nolan & Matt Nolan )

Vokal: Shemekia Copeland
Lead Gitar, Org: Will Kimbrough
Keman: Kenny Sears
Bas: Lex Price
Davul: Pete Abbott
Geri Vokaller: Lisa Oliver Gray ve Shemekia Copeland

7. Promised Myself
(Johnny Clyde Copeland)

Vokal: Shemekia Copeland
Lead Gitar: Steve Cropper
Gitar, Org: Will Kimbrough
Bas: Lex Price
Davul: Pete Abbott

8. In The Blood Of The Blues
(Terry Abrahamson & Derrick Procell )

Vokal: Shemekia Copeland
Lead Gitar: Will Kimbrough
Bas: Lex Price
Davul: Pete Abbott

9. Such A Pretty Flame
(John Hahn & Oliver Wood )

Vokal: Shemekia Copeland
Lead Gitar: Will Kimbrough
Pedal Steel Gitar: Al Perkins
Bas: Lex Price
Davul: Pete Abbott

10. One I Love
(Kevin Gordon & Gwil Owen )

Vokal: Shemekia Copeland
Lead Gitar: Will Kimbrough
Armonika: J.D. Wilkes
Bas: Lex Price
Davul: Pete Abbott

11. I’m Not Like Everybody Else
(Ray Davies)

Vokal: Shemekia Copeland
Lead Gitar: Will Kimbrough
Bas: Lex Price
Davul: Pete Abbott

12. Go To Sleepy Little Baby
(Anonim)

Vokal: Shemekia Copeland
Lead Gitar: Will Kimbrough