20 Ağustos 2018 Pazartesi

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 73


Liji Pulcu Çizmeciyan
“İstanbul’da Kayıp Zamanlar – 1"

İstanbul…birçoğunun kaçıp kurtulmak istediği yer. Ona kötü laf etmeyen yok gibidir. O lafları duyduğumda içimden onlara okkalı bir küfrü sallarım. Bunu yaptığım için üzülür ve
pişmanlık da duyarım hani… zira o kişilerle aynı hassasiyet aynı duyguları taşırım. Ama be dostlar, hakarete maruz kalan niye hep İstanbul olur ki? Ben bu kentte doğdum, genç oldum, yaşlandım…onun nasıl solduğunu, harap edildiğini gördüm. Şimdi yaşanmaz bir halde ama kabahat İstanbul’un mu? Hem zaten İstanbul’u terk etsem ona hasret kalacağım, özleyeceğim. Terk etmesem de gene İstanbul’u özlüyorum ve burnumda tütüyor. İşin özü bizim İstanbul’u bırakmamız değil, biz İstanbul’dayız ama İstanbul çoktan bizi terk etti. İstanbul diye bir şey var ama biz onu anıların ‘underground’ında yaşayabiliyoruz. 
Biz eskidik ve anılarımızdaki İstanbul’un görüntüleri silinmiş. Sadece bizim mi? Yirmi yaşına gelenler bile anılarının geçtiği yerleri bulamıyor. O kadar zaman bile geçmesine gerek yok, bir hafta önce gittiğin bir yeri aynı şekilde bulamıyorsun. Bu arada Taksim meydanına indiğimde AKM yönüne bakmadan İstiklal Caddesi’ne gidiyorum. Daha neler neler yaşıyorum ki anlatsam deli dersiniz. 

İşte bu ruh halinde elime geçen “İstanbul’da Kayıp Zamanlar” isimli bir kitabın peşine takıldım. Kitabı yazan Liji Pulcu Çizmeciyan, 1924 doğumlu bir yazar yani Cumhuriyet ile yaşıt. Anıları okurken bir Cumhuriyet kuşağının İstanbul’una gidiyorsunuz. Kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısında, “Küçük yaşında Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı Kocataş Yalısı”nın Balkonundan konuşurken seyretmiş, sonra onun manevi kızlarıyla aynı okulda okumuş bir Cumhuriyet çocuğu” diye tanımlanıyor yazarı. Öyle ki bu tanım çok yerinde olmuş, anıları okurken Cumhuriyet devrimlerinin yaşamda nasıl oturduğunu ve özümsendiğini de görüyoruz.
Çizmeciyan’ın anıları Sarıyer’deki yalıda başlıyor. Aileyi çok zengin sanmayın, Sarıyer ise sadece yazları gittikleri semt yani bugünkü anlamıyla yazlık (sayfiye). Kitap Sarıyer’den başlıyor ve ardından evlerinin olduğu Şişli ile devam ediyor. Ardısıra Pangaltı, Kurtuluş, Maçka, Beyoğlu diye anılar içinde bir yolculuk sürüyor. 
Yazar çocukken okulu, “Büyük ağaçlı bir bahçede koşup, eğlenmek” diye biliyor. Ablası okulda öğrenci ve öğretmen olan annesiyle her sabah birlikte evden çıkıyorlar. Ve küçük Liji’nin dünyasında yazar şöyle devam ediyor, “Şehirdeki evimizin arkası bir okul bahçesine bakar. Beş yaşında olunca oraya gideceğim…  Ama annem, ne diye okulda koşmaya gider ki?” 

Liji Pulcu, Ermeni Katolik bir ailenin kızı olarak İstanbul’da doğmuş bir eğitimci. Yıllarını bu alana veren biri olsa da edebiyat alanında ürünler vermiş, ancak bunları yayınlatmamış. Elimizdeki bu anı kitabı da yayınlanma amacıyla kaleme alınmamış. Yıllarca eğitimcilik yaptığı Notre Dame de Sion’un 150. Kuruluş yıldönümü için hazırlanan kitapta bu anılardan bazı bölümler kullanılınca bir yayıncının dikkatini çekecek ve böylece gün yüzüne çıkacaktı. 2010 yılında yayınlanan “İstanbul’da Kayıp Zamanlar 1” bugüne kadar da altıncı baskısını yapmış.
Kitapta 1930’lardan 1960’lı yılların ortalarına kadar geçen yıllar arasındaki İstanbul’ u Liji Pulcu’nun çocukluktan üniversite zamanlarını da içine alan anılarda  geziniyoruz. O günlerden kaybolan İstanbul’dan kalanları da şimdilerde kaybediyoruz. Kitaptan bir sayfayı çevirdiğimizde, “AKM 1970’te yandıktan sonra, yeniden açılıncaya kadar, filarmoni konserleri Maden Fakültesi salonunda verilirdi; buranın çok güzel bir akustiği vardı.” diye anlatıyor o yılları, Pulcu. Bir düşünün hele bundan 48 yıl önce AKM yandı diye yapılana kadar İTÜ Maden Fakültesi klasik müzik konserlerine açılıyor. Şimdi AKM hepten yerle yeksan oldu yerini dolduracak bir salon var mı ya da pıtrak başı gibi biten üniversitelerimizde klasik müzik konseri verecek salonu olan var mı? Akustiğinden, büyüklüğünden, konser salonundan vazgeçtim böyle bir şeyi ihtiyaç olarak gören var mı?
Pulcu’nun satırlarında benim gençliğim anılarında olan bir yer de var,  satırlara bir kulak verelim hele; “Dükkanların arkasına çok güzel bir de sinema, Şan Sineması açıldı. Akustiği çok güzeldi, konserler bile veriliyordu; bir hafta klasik Türk, bir hafta klasik Batı müziği. 1960’lardan sonra konserler giderek kesildi. 1980’lerde müzikaller moda olduğunda bir müzikhole dönüştü. Fakat 1980’lerin sonunda bir gece yandı. Yangının elektrik kontağından olduğu söylendi ve hâlâ da yerine bir  şey yapılmadı. Son zamanlarda sinemalı bir alışveriş merkezi yapılacağı söyleniyor.”

Artık AKM değil AVM devri ne yapalım. 
İstanbul daha neler kaybedecek ya da artık ne kaldıysa.

Aptulika

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...