17 Mayıs 2018 Perşembe

Hafta Sonu Blues Perişan Kütüphanesi'ne Katkı 62


Özdemir Asaf
‘ça





“Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu
Birinciliği beyaza verdiler.”


Özdemir Asaf’la ilgili bir yazıya bu şiirle başlamak birazcık sıradan gelebilir. Hatta Asaf şiirlerine tutkun olanlar için “gına getirici” bile olabilir… ama Özdemir Asaf denince onun şiir serüveninin hem başlangıcı hem de finaline oturan bir özet gibidir bu şiir, en azından benim için. Bazı bazı bunun bir şiir değil ironik bir karikatür olduğunu hatta bir denklem olduğunu bile düşünmüşümdür. Belki bir denklem hatta onun şiirlerini açacak bir anahtar. Denklemi çözdünüzse de bir başka şiirinde gene şaşırtacaktır sizi. Anahtarla kapıyı açıyorsunuz ama karşınızdaki görüntü bir önceki açıştan farklı.
Özdemir Asaf her şiirinde beni afallatmış ve şaşırtmıştır. Diğer şairleri okurken bütünleşirsin ama Asaf şiirlerini okurken arada bir mesafe vardır. Bu mesafe bir sahne gibidir. O sahnede gösteri yapan bir sihirbaz (illuzyonist), sen ise bir izleyicisindir. Seni sahneye çağırıp, gösteriye dahil etse de mesafe korunacak ve seni abondone edip, hep şaşırtacaktır.  
Benim ilk şaşırmam şiirlerinden önce olacaktı. 14 yaşlarında falandım ve  okulu kırmış hayta arkadaşlarımla birlikte Arnavutköy ile Bebek arasında geziniyoruz. Bir ara kaçamak sigara içmek için sırtlara çıkmıştık. Orada sigaralarımızı yaktık ve kaldırıma oturduk. İşte o sıra uzunca bir gölge belirdi. Gölgeyi takip ederek kafamı kaldırdığımda karşımda yarım pelerinli, geniş yakalı gömleğine eşlik eden fularıyla zayıf uzun boylu bir adam vardı. Sonradan tutkunu olacağım Cyrano Bergerac, Don Kişot arası bir şövalye gibi bir kişiydi bu. O sanki bir çizgi roman kahramanıydı ve o karelerden fırlayarak bizim yeknesak gerçek hayatımıza düşmüş gibiydi. Kıyafeti garipti ama kahramanlar da öyle olurdu. O gizemli adam gözlerimin içine “Sizi gidi haylazlar okuldan kaçıp burada cigara mı tüttürüyorsunuz!” der gibi baktı ve sokaktan süzülerek yitip, gitti.  İşte şiirlerinden önce Özdemir Asaf’la böyle tanışmıştım. Tanışmanın şaşkınlığı sonrasında şiirleriyle sürüp, gidecekti. Onun şiirinde sanki bir sihirbaz izler gibiyken Akademi’ye resim eğitimi almak için girdiğimde ise onun resim de yaptığını görecektim. O sanki kelimeleri bir palete döküyor, sonrasında şiiri bir tablo etkisinde gözlerimize sunuyordu. Tabi o ilk karşılaşmamdaki gibi gözleriyle de “Ne o zibidi, şaşırdın mı!” diyordu, o tablonun bir yerine gizlenerek.
Özdemir Asaf öldükten sonra da beni şaşırtmaya devam edecekti. 6 ay önce 1955 yapımı “Uçan Daireler İstanbul’da” filmini internette bulup, izlediğimde bu sefer de kısa bir rolde Asaf’ı görecektim.  Kısa rol dedim ama onun şiiri kısa olarak vurucudur. Şair bakın bu durumu nasıl açıklıyor:

“Ve o seçmedir yorgun kılan. Çünkü o kadar çok deneyin, o kadar çok karşılığı ve örneği yığılmıştır ki önüme, uzun yazmama hiç gerek yoktur artık…. Karşımda bu birikmişlik, bana hep kısaya varmak için yorulmayı yeğletmiştir. … önümdeki zengin yığında ben özü ancak kısa ile elde edebilirdim.”

Özdemir Asaf bol notlar almış, günceler tutmuş ve bu birikenler arasında “kısa”ya ulaşmış. Şairin ölümünden 7 yıl sonra çıkan bir kitap, kısaya ulaşmadan önceki uzun serüveni gözler önüne seriyor. “Özdemir Asaf’ça” ya da kısaya övgü niteliğinde söylersek “ ‘ça ” adını taşıyan bu kitap bir otokopi çalışması. O da nedir derseniz, şöyle açıklayabiliriz; Özdemir Asaf’ın ardında bıraktığı notları, özyaşam, deneme, günce türündeki yazıları.  Şairin eşi evde müsvetteler halinde bulunan bu yazıları bulmuş ve yayına  hazırlayarak kitap haline getirmiş. 1988 yılında aslına sadık kalınarak basılan bu kitap bize şairin kısa yazımının ardında ne denli doluluk olduğunu gösteriyor. Bunlar sanki bir ressamın eskizleri gibi. Hani Picasso’nun bir balık resmi yapmak için yüzlerce desen çizmesi gibi. Bir heykeltraşın koca mermerin fazlalıklarını atmak için yontup heykel oluşturması gibi.
“ ‘Ça ”daki yazılar öyle yayınlanması amacıyla oluşmamış. Bir çoğunun başlığı bile yok. Şair bunları defterlere not almış . Kimi deneme türünde kaleme alınmış kimi de şairin özyaşamından izler taşıyan otoportreler (otokopi) konumunda. Kitabı okurken sevdiğiniz bir ressamın müzesini geziyor gibi oluyorsunuz. Bir başka tanımla da bir filmin film arkası gibi bir etkisi var.

Aptulika



Kitaptan

·      “ Kasap her müşterisi için bıçağını, satırını ayrıca bilemeye tabi tutar. Ben de her hatırlama ve taşma için bu defterle kendimi taze tutmaya gayret göstereceğim. Aksi halde geçtiğim yollarda ayak izim kalmayacak. Nurlu bir yola çıkarsam yolumun seyri bilinsin. Kaybolursam beni kurtarmaya gelen bulunsun.”

·      "Şiiri siz yakalayın biçimi şiir getirsin ya da kursun. Siz biçimi kurup, şiire gel gel diyorsunuz. Bir ev, bir oda döşeyip bir kadın aramak gibi oluyor bu. O kadın kaçar. Kadınınızı bulun. Evinizi, odanızı beraber döşeyin.”

·      “Bilim bulunan şeylerle, şeyle övünür…ken bulunmayan bir şey vardır diye üzülen sanattır. İnsanın velisi’dir sanat”

·      “ Ben önceleri hep şaka yazardım. Sonra güneşte çok kaldım, olgunlaştım. Artık eskisi gibi küfür etmiyorum, yenisi gibi ediyorum.”

·      “Bilenler asık yüzlüdür, mutsuzlar gibi dururlar. Bilmenin ne kadar ağırlık verdiğini bilmeyenler bilmedikleri için ne kadar hafif kaldıklarını bilmediklerinden daha çok gülerler.”

·      “Hayvanların aptallıkları hayvancadır. İnsanların aptallıkları insanca değildir.”





Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...