14 Kasım 2014 Cuma

Necati Cumalı ile 35 yıl aralıklı iki buluşma


 Hafta sonu 'Blues Perişan Kütüphanesi'ne katkı - 6

Bu hafta kütüphaneye Necati Cumalı’dan iki kitap katılıyor. 1978’de yayınlanan “Revizyonist” ile 1977’de Sait Faik Armağanı’nı da kazanan “Makedonya 1900”.
 Bu iki kitap aynı zaman diliminde yazılmış ama benim için 35 yıllık iki buluşma.
Çizim : Aptülika


Yeşilçam filmlerinden edindiğim yargı ile Necati Cumalı kitaplarına hep mesafe koymuşumdur. Öyle askeri disiplinde bir mesafe değildi ama pek ilgilenmez olduğum bir gerçekti. 70’li yılların sonuna doğru onun bir kitabı beni mıknatıs kuvvetinde çekecekti. Bu kitabın ismi, “Revizyonist”ti. 70’li yılların sol siyasetinde devrimcilerin dilinde birbirlerine gün boyu ettikleri bu suçlama bir kitaba ad olmuştu. Genellikle Sovyetler’e yakın duran sosyalistlere bu sözcük kullanılırdı.
Necati Cumalı da bu ismi kitabına vermişti. Bu siyasi analizler yapan ya da revizyonistleri suçlayan bir çalışma değildi. Kitabın bu ismi alması, döneme sunulan hafif tebessümlü bir ironiydi sadece. “Revizyonist”, bir gezi kitabıydı. Necati Cumalı, Yugoslavya, Bulgaristan, Sovyet Rusya, İran, ABD, İtalya, Fransa, Hollanda gezilerinden edindiği izlenimleri, öykü tadında yazmıştı.
O dönemin sol  anlayışlarına göre bu gezilen ülkelerin hepsinin bir anlamı vardı. Malüm Amerika: “Emperyalist”. İtalya, Fransa, Hollanda ise “Kapitalist”. Bulgaristan, Yugoslyavya, Sovyet Rusya: “Revizyonist”. Bugünkü duruma göre en ilginci de İran’dı. O zaman için İran bizdeki sol için, “İran’ın komünist partisi Tudeh ve devrimciler Şah rejimini devirecek ve sosyalizm gelecek"ti.
İşte Necati Cumalı, 1978 yılında gezdiği bu ülkelerdeki öykü tadındaki izlenimlerini kitap haline getirmişti. Benim bu kitaba meyletmem de o dönem “Revizyonist” denilen ülkelerden Yugoslavya deneyimine biraz ilgi duymamdandı. Kitabı bu yüzden aldım ama gezilen her ülkeyi keyifle takip ederken yer yer mizahi yer yer de ironik tatlara erişmiştim.
O dönem “Revizyonist” kitabı beni çok keyiflendirmişti. Geçen sürede arasıra evde kapağını gördüğümde eski bir dostla karşılaşmış gibi gülümserim(sanki o da bana tebessüm eder gibidir) 35 yıl önce hiç kitabını okumaya yeltenmediğim bir yazar, benim hayatımı bu denli dolduracaktı. Hem de 35 yıl gibi bir koca zaman içinde.
Geçen süre içinde Necati Cumalı okudum mu, okumadım mı hatırlamıyorum. Diğer okumalarım Cumhuriyet gazetesindeki makaleleri ile sınırlıdır. İki ay önce Geronimo dostum bana gelecekti. Üsküdara’da o eski kitapçı senin şu sahaf benim diyerek gezmişti. Elinde kitaplarla bana geldi. Aldığı kitapları bana ballandıra ballandıra anlatıyordu. Poşetten bir kitap çıkartarak, bana uzattı ve
“Abi bunu da nazicane sana aldım. Ben okumuş ve sevmiştim. Senin de seveceğini düşüyorum.’ Diyerek kitabı uzattı. Kitabın üzerinde “Necati Cumalı – Makedonya 1900” yazıyordu. Bu sürprize bakar mısınız: 35 yıl sonra aynı noktadan ikinci buluşma. O gün “Revizyonist” kitabıyla tanımaya çalıştığım Yugoslavya ve Balkan coğrafyası gene aynı yazarla 1900’lere gidiyordu.
Geronimo gittikten sonra kütüphaneden sayfaları sararmış olan 35 yıl önceki dostu alıp, masaya koydum. İkisi yanyana duruyorlardı. Bu keyifli buluşmanın ardından bir insan ömrünün yarısı denilen zaman aralığından sonra Makedonya 1900’ü okumaya koyuldum I. Dünya Savaşı yılları, Balkan coğrafyasında, Florina’da, Selanik’te yazarın kendi hayatından izlerin de olduğu anılarla bezeli öyküler bir arada. Necati Cumalı, annesi ve babasından dinlediği anıları harika bir dille aktarmış. Mübadele yıllarında Florina’dan kopmamak için direnen baba. Vapura bindirilirken oradan ayrılmamak için tutunduğu demirden elini ayıramamalarını hiç unutamayacağım. “Siz gidin ben toprağımda ölmek istiyorum” diyen baba gemiye bindikten sonra da felç olacaktı. “Bazen Bir Savcı” ismindeki öykü ise yaşamım boyunca unutamayacaklarımdan. O öyküdeki insanın öne çıkışı, savaşlara rağmen Rum’un Türk’ün komşuluğu bana kendi çocukluğumu da hatırlattı. Hele o “Arif Kaptan ile Oğlu” öyküsündeki idama giden baba ve oğulun trenle yolculuğu ve kaçısı hiç kitap okuma alışkanlığı olmayanı bile sürükleyecek bir macera. Bir de Zole Kaptan var ki acayip bir adam adeta şimdiki moda ile anti kahraman. Fakat beni en çok içine alan Amcasının anlatıldığı öykü oldu.
Kitabı bitirdikten sonra “Yahu iyi güzel de ben niye Necati Cumalı kitaplarından uzak dururum” diye kendime soracaktım. Cevabını da gene bu kitapta yer alan bir öyküde bulacaktı. Bu öykü “Dila Hanım” dı. Aynı öykü Yeşilçam tarafından da sinema filmi yapılmıştı. Filmde Dila Hanım sanki Türkan Şoray kılığına girmişti. Hatta kitapta bu öyküye gelince okumadan atlayıp, diğer öyküye geçmeyi bile düşünmüştüm. Oysa okuduktan sonra filmdekinden ayrı daha güçlü bir kadın karekteriyle karşılaştım. O zaman anladım ki, Necati Cumalı’dan beni soğutan sinema uyarlamaları olmuştu. Bundan sonra bu açığı Necati Cumalı’yı bizzat kendi kaleminden okuyarak kapayacağım.

Lafı fazla uzattım, kusuruma bakmayın ama iki kitap ve 35 yıllık bir süreç haliyle yazı uzuyor. Birazdan yazıyı noktalayacağım ve çok iyi biliyorum ki “Keşke şunu da yazsaydım” diyeceğim. 
Aptülika
aptulelcioglu@gmail.com

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...